30 Ekim 1918
günü Osmanlı Devleti kendisine dayatılan Mondros Mütarekesi’ni imzalamak
zorunda kalmıştı. Ardından 12 Mayıs 1919 günü başlayan Paris –sözde- Barış
Konferansı’nda toplanan devletler I. Dünya Savaşı ile tamamen bittiğini
düşündükleri Osmanlı’nın topraklarını hayâsızca paylaşma planlarını devreye
sokmaya başladılar. O güne dek İtalya’ya peşkeş çekilmek istenen İzmir’in
boğazlara çok yakın olmasından dolayı İngiliz çıkarlarına ters düşmesinden
dolayı Yunanistan’ın İzmir çevresindeki “Rumların Müslüman-Türkler tarafından
öldürüldüğü” şeklinde sözde bahane ve yalanıyla İzmir’in işgali Yunanlılara
bırakıldı.
İzmir’in
işgalinin Yunanlılara bırakılmasının ardından ise Yunan donanması 15 Mayıs 1919
günü İzmir’i işgal etmeye başladı. İzmir’in Yunanlılarca işgali ise Batı
Anadolu’da eşi benzeri görülmemiş bir mezaliminde başlangıç noktası olmuştu.
Uzun yıllarını savaşlara veren Osmanlı Devleti kasaba ve köylerinin erkek
nüfusu yok derecesine gelmiş, ahalisi yorgun, bitkin ve yoksullukla mücadele
ediyordu. Halk adını sanını her yerde duyduğu Mustafa Kemal’in attığı her adımı
yakinen takip ediyor. Mustafa Kemal’e güveniyor ve O’nu kurtarıcı olarak
görüyordu.
Tüm bunların
yanında ise Yunan birlikleri Anadolu’da hızla ilerliyordu. 20 Ekim 1920 günü
gerçekleşen ilk işgalin ardından Yenişehir toplamda Yunan Ordusu tarafından beş kez
işgale uğradı.
Batı Anadolu’da
girdikleri her köy ve kasabada halka yaşattıkları akla gelebilecek her türlü
zulmün fazlasını Yenişehir’de de uygulayan işgalciler ilk
işgalin ardından 6 Eylül 1922 gününe dek geçen 686 günde halkın can ve mal
güvenliği olmadan namus düşüncesi ile yaşamasına sebep olmuştur. Hiç yere
yaşamına son verilen sivil halk, yakılan yıkılan kamu binaları ata yadigârı
tarihi eserler, Tahrip edilen cami ve mescitler, talan edilen iş yerleri,
iğnesiz bırakılan evler namusuna göz dikilen kızlarımız kadınlarımız.
Yenişehir’in Yenişehirli’nin gördüğü zulmü anlatmaya kelimeler kifayetsiz
kalacakken elimizden geldiğince o günleri unutmamak, bu topraklar için verilen
mücadeleyi layıkıyla anlayabilmek için o günlerde yaşananlara bakalım
isterseniz;
Gökçesu Köyü’nden 1907 yılı doğumlu Feruze
Dursun o günlere ait yaşadıklarını “Yenişehir’deki evlere çok girdiler,
yakmadık ev bırakmadılar. Bizim evlerimiz çok güzel iki katlıydı, bizi
evlerimizden attılar. Bizim evimize asker oturdu.” şeklinde anlatıyor.
Yenişehir’de halkın birçoğu namus ve çoluk
çocuğunun hayatından endişe etmesi sebebiyle Afyon, Eskişehir ve Ankara yönüne
dağlardan patikalardan evlerini sadece kilitleyip yanlarına hiçbir şey alamadan
göç ettiğini o günleri yaşayanların anlatımından biliyoruz. Gittikleri yerlerde
yakını eşi dostu olanlar eş dost akrabanın yanına sığındığı halde evinde barkında
toprağında sıkıntı yaşamayanların gittiği köy ve ya kasabalarda ırgatlık
yaptığını da o günleri yaşayanlar anlatıyor.
Yine o günleri
yaşayan 1921 doğumlu Ahmet Yekin; “Mustafa Kemal’in askerleri
gelmeden önce halk pusmuş durumda. Esarette bulunan halk memnun değil işgalden
tabi ki. Eskişehir’e kadar kaçmışlar ninemgiller. Ordan, Yenişehir’den Eskişehir’e dağlık patika
yollardan yürüyerek gidiyorlar. İşgalden sonra anında geri dönüyorlar.
Eskişehir’de göç edenleri evlerinde misafir ediyorlar.” diye anlatıyor
yaşadıklarını.
1915 doğumlu
Mehmet Emin Lapacı ise ilçede yaşanan mezalimi daha detaylı bir
şekilde anlatıyor; “Yenişehir’in işgalinde dedem bizim sokak
kapımızı, direklerle arkasından dayakladı. Yunanlılar tekme vurup kırıp ta
içeri girmesinler diye. Yenişehir’in içerisi çok sessizdi ve biz sessizliği
dinlerdik. O vakit elektrik yoktu. Akşamla yatsı arası gece dinlerdik: “imdat!
İmdat! Can kurtaran yok mu? Allah aşkına yetişin!” diye kadın kız sesleri hala
kulaklarımdadır. Komşulardan kimse dışarı çıkmaya korkuyor, evden o feryatları
duyunca. Her mahallenin kadınları, genç kızları bir yerde toplanırlardı. Bizim
mahallemizde ki genç kızlar Davutoğlları’nın evi diye bir yere toplanmışlar.
Orada bir kızcağız dört Yunanlı tarafından tecavüze uğramış. Onun ismini
biliyorum ama hiç kimseye söylemedim. İşte Yunan bu kadar zulmetti. Burada
“Saray Hamamı” denilen bir hamam varmış.
Yunanlı komutan “karavana pişirmek için odun ne arayacağız yakın bunu! Yakın!”
demiş. Sonra Yunanlılar bu Saray Hamamı’nı yıktılar yaktılar. Yunanlılar
Yenişehir köylerinde durmadılar. Gitti öküz sığır aldı geldi, burada askerine
yedirdi. Yenişehir’i yıkıp yağmaladı. Yenişehir’in 3/4 ‘ü yandı, yakıldı. Yunan
giderken yaktı.”
Yunan askerinin
işgal sırasındaki zulümlerinin yanında o güne dek bu topraklarda halk ile içi
içe komşu yaşayan Ermeni ve Rum birçok eşraf da yapılan zulümlere
katılmışlardı. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Harici Siyasi’ye ait 26 Kasım 1920
tarihli evraktan Ermeniler ve İznik tarafındaki gayri müslimlerinde katıldığı
yağmalarda Beypınar, Papatya ve Köprühisar köylerinde
Türklere ait her şeyin yağmalandığını anlıyoruz.
Yenişehir’in ilk kez işgal edildiği 20
Ekim 1920 gününün ardından Hüdavendigâr İstînâf Müddeî-i Umumi’sinden
rapor istendi.
Osmanlı Arşivi’nden elde ettiğimiz bu rapora göre ise 26 Aralık 1920 tarihinde
ilçede bulunan Müdde’i Umumi Hasan Aşki Bey’in Dâhiliye Nezâreti’ne
bildirdiği üzere “Yenişehir hükümet ve belediye daireleri, ibadethane Yunan
askerlerinin çekilmesi sırasında bombalanmış, çarşı tamamen yakılmış bu esnada
bir çok da ev yanmıştır. Halkın evlerinde işyerlerinde malları ve eşyaları,
caminin halı ve seccadeleri askerlerin ardından Rum ve Ermeniler tarafından
çapulculuk ve yağma ile Gemlik tarafına götürülmüş, Yürekler acısı tecavüzlerde
bulunulmuş yalnız can kaybı olmamıştır. Bu kazaya bağlı yirmi kadar köy bu
neticede yakılarak eşya ve koyun keçisi Gemlik tarafına götürülmüş” denmektedir.
Ayrıca merkezde
talan edilen yerler hakkında bir başka evrakta da Ethem Paşa Oteli ve civarındaki binalar, Hacı Gökgöz’ün gelir getiren tüm mülkleri,
Hacı Tahir’in oğlu Mehmet Efendi
mahalledeki yapıları Yunanlılar tarafından bomba ve gaz yağı dökülmek suretiyle
talan tahrip kullanılamaz edilmiştir denilmektedir.
Yenişehir dışında köylerde ise Paşayayla köyünde köyün tamamı yakılmış ve köylü
çoğunluyla katledilmiş, Beypınar, Köprühisar ve Papatya köyleri yağma ve talan edilip yakılmış,
Karabahadır’da ibadethaneler ayaklar altına
alınmış Yunanlıların tecavüzüne uğramış,
daha bir çok köyde aynı zulüm ve facialar yaşanmıştır.
22 Eylül 1920
tarihinde Reşadiye’li Şeyh Şerafettin Efendi’nin
damadı Hafız Efendi’nin de ailesi ve yanında bulunan bir şahısla beraber
Yunanlılar tarafından katledildiği yine evraklara kayıt olunan bir başka
vakadır.[10]
Yenişehir’de yaşanan bu mezalim o kadar
şiddetlenmişti ki ikinci işgal sırasında durum bir şekilde İstanbulda bulunan
"Bağışık Devletler" temsilciliğine iletildi. Bunun üzerine bir
Fransız generali, gerekli incelemeyi yapmak için görevlendirildi. Bursa'dan
hareket ederek 13 Ocak 1921 günü Yenişehir'e geldi. Kendine göre görüşmeler
yaparak aynı günün akşamı yeniden Bursa'ya döndü.[11]
Bu dönemde
ülkemizde bulunan ve yaşanan bu olaylara bizzat tanık olan İngiliz kadın
gazeteci Grace Ellison, Yunan ordusunun geçtiği köy ve
şehirleri şöyle anlatıyor: "Kadınlar ve çocuklar camilere doldurulmuş,
kaçmasınlar diye makineli tüfeklerle kuşatılmış ve ondan sonra ateşe verilmiş.
Tüm duygularım felce uğradı. Ortalıkta hiç hayvan görülmüyordu. Yunanlılar
giderken bütün ambarları yakıp, bütün hayvanları götürmüşler. Yıkıntılar
arasında suyu çekilmiş çeşme yalakları içinde serilmiş hasır ve kilimler
üzerinde birbirine sokularak parça parça giysilerinin sağlayamadığı örtünmeyi
sağlamaya çalışan kadınlar... iki bin beş yüz nüfustan iki yüzü hayatta kalmış.
Yangının kararttığı minareleri ile iskelet halinde bir kent. Tüm kederler,
çekilen acılar ve dağlanan yürekler, umutsuz gözlem, bekleyiş ve özlem. İşte kadınlar
için savaşın anlamı."[12] diyerek
yaşananları kelimeleri ile ifade etmeye çalışıyordu.
Camilere girip
levhaları yırtan, Kuran-ı Kerim’leri ayaklar altına alan, halkın mukaddesatını
hiçe sayan, camileri pisletip şehri ateşe veren yağmalarının ve sömürünün sonu
gelmeyen işgal yıllarında konu 22 Kasım 1920günü TBMM’nin 1. Dönem 101.
oturumunda da gündeme gelmişti. Meclis kürsüsünde söz alan İktisat Vekili
Mahmut Celal Bayar Ertuğrul Sancağı’ndan Ziraat Memuru Hüseyin Fehmi
Bey’in görevlendirildiği üzere
Yenişehir’e gelerek buradan yaşanan zulmü
gözlemlediğini ve raporladığını söyleyerek “Bu rapor hakikati bütün
çıplaklığıyla size gösterecektir. Bunu halkımızın bilmesi ve tarihin kaydetmesi
için bu kürsüden okuyorum.” dedi ve raporu okumaya başladı. O gün 16 Ekim 1920
tarihli okunan raporun sadeleştirilmiş Türkçesi aşağıdaki gibidir;
“İktisat
Vekâletine
Yenişehir Kazasının Yunanlılar tarafından istilâsında
yaptıkları zulüm ve tahribatın incelenmesi maksadıyla Ertuğrul Mutasarrıflığı
tarafından meydana getirilen Heyette yer aldım. Yenişehir'e ve tahrip edilen
dört köye 4 Kasım 1920 tarihinde vardık.
Yenişehir Kaza Merkezinde iki yüz dükkân ve mağaza
eşyalarıyla beraber, Hükümet binası, Ziraat Bankası, Posta ve telgrafhane, Jandarma,
Düyunu Umumiye ve Belediye, üç otel, altı han, dört fırın, iki hamam, bir eczane,
bir tekke ve iki imarethane, otuz dokuz ev ve yedi köy tamamen, yedi köy yarı
yarıya ve dört köy kısmen yakılıp yıkılmıştır. On dört köyün malı, zahiresi,
arabaları ve hayvanları tamamen Yunan askerleri tarafından götürülmüştür.
Bundan başka kasaba ve köylerin ileri gelen ahalisinden bini aşkın şahıslar
esir olarak götürülmüş, erkek ve kadın olmak özere dört yüz kişi dahi
katledilmiş ve adedi belli olmayan kız ve kadınların ırz ve namuslarına tecavüz
edilmiştir. Köylerdeki evlerin yakılması sırasında dışarı evlerinden dışarı
çıkmayan birçok aile ve çocukların enkaz altında kaldıkları görülmüştür.
Yenişehir Kazasına ait olup düşmanın istilasına uğrayan
köy ve kasabaların zarar, ziyanının Komisyonumuzca yedi milyon lira civarında
tespit edildiği malumatı arz olunur Efendim. 16 Ekim 1920
Ertuğrul Livası
Ziraat Memuru
Hüseyin Fehmi”
Celal Bayar’ın raporu okuması ardından söz
alan Karesi vekili Vehbi Bey Yenişehir’de yaşanan zulmü kınadıktan
sonra kendisinin de Yenişehir’den bir mektup aldığını belirtip söze devam etti;
“Bendeniz de
yine oradan aldığım bir mektuptan, Vekil Beyefendinin okuduklarına ilaveten
bazı malumat arz edeyim. Hükümet ve Belediye ve bunlara yakın olan dükkânlar,
evler ve hamam tamamen yanmış, girilmedik ve soyulmadık ev, öldürülmedik adam,
hayatı gasp edilmedik kadın ve namusu lekelenmedik aile kalmamıştır. On dokuz
köyün bütün mal ve hayvanları gasp edildikten sonra kamyon ve toplanılan öküz
arabalarıyla beraber götürülmüş ve diğer on yedi köy de, iğnesiz ipliksiz
bırakılmıştır. Şimdi bu yapılan yapılmış ve inşallah öcümüzü de
alacağız (inşallah sesleri) Yalnız yakılan bu yerlerin halkı ne
olmuş? Bir kısmı yaralanmış, bir kısmı esir olmuş, götürülmüş, fakat kalan halk
ne olmuş? Buna dair alınan haberlerde başka bir facia manzarası görülüyor.
Bunca belalara uğrayan, açıkta kalan, kış gününde titreşen, o beşikteki
yavrucakları, kadınları, ihtiyarları düşünelim ve ormanlar içinde öldürmeyelim.
Onun için nerede bir ev bulursak o evlerin içine bunları oturtalım. Bunlar
civardaki diğer köylere oralara yerleştirilsin.”[13]
Kurtuluş savaşı
sırasında Yunan işgalinden tüm Anadolu olduğu gibi Yenişehir halkı da fazlasıyla zulüm çekti yerinden
yurdundan kopan halk aylarca şehre geri dönemedi şehirde kalanlar her an korku
ve panik içerisinde geceleri dahi uyuyamaz oldu. Merhamet duygularından yoksun
Yunan ordusunun mezalimlerini yaşadı. Halk malından evinden servetinden oldu.
Geleceğinden edilmek istendi. Yaradan bu tür zulümleri değil bir daha bu
millete her ne millet olursa kimseye yaşatmasın.
Bizlerin bu
konuları sık sık gündeme getirmesinin sebebi o günlerden gerekli olan derslerin
çıkarılmasıdır. Bugün bu vatan topraklarında kardeşçe yaşayabilmek için o gün
omuz omuza şehit düşen vatan diye toprağına kanını akıtan ecdadı tanımak bilmek
ve anlamak gerekir.
Sahipsiz olan
memleketin batması haktır.
Sen sahip
olursan, bu vatan batmayacaktır.
(M.Akif Ersoy)