YENİŞEHİR’DE KENT MÜZESİ KURMANIN ZAMANI GELDİ…


 Eski kaybolmaya yüz tutmuş meslekleri geleceğe kurulacak kent müzesi ile taşımak mümkündür.

Bu ay Yenişehir tarihinin bir konusunu ele alıp, konu ile ilgili belge, dokümanları toplayıp bir yazı hazırlamak yerine farklı bir şey yapmak istedim. Epeydir düşünüyordum bu konuda yazmayı. Konu önemli hele ki Yenişehir için daha da önemli bence
Konumuz; Kent müzesi.
Nedir Kent Müzesi? Bunu en güzel şekilde Tarih Vakfı anlatmış; “Kent Müzeleri şehrin tarihini başlangıcından alıp tüm toplumsal, ekonomik, politik, kültürel, doğal çerçeveleriyle günümüze kadar taşıyan ve geleceğe de taşıyacak olan; kente dair her türlü verinin bir araya getirildiği mekânlardır.”
 Kent Müzesi; bir şehrin değerlerini barındıran geçmişle gelecek arasında şehrin yüz akı bir mekândır. Kent de yaşayan insanları ortak bir kültür mirasında bir araya getirebilen kentli olma bilincini aşılayan yegâne bir kurumdur.
Yenişehir; Osmanlı Devletinin ilk başkenti diyoruz ve bu ilçe insanı olarak da her zaman bu olgu ile övünüyoruz. Kültürünü, ananesini, dinini üç kıtaya götürmüş Osmanlı bu toprakta doğdu. Haklıyız da övünme de sonuç itibariyle. Lakin bu haklı onurumuzu da yaşamamız gerekmez mi? Bu onuru yarınlara da yaşamamız bizim şehre karşı görevimiz değil mi? Tarih; bu şehrin kimliği olmuşsa adeta, bizimde o kimliğe sahip çıkmamız gerek elbet.  
Öyleyse Yenişehir ve Kent Müzesini kavramlarını bir araya getirmeliyiz artık. Yenişehir’in buna ihtiyacı var. Kent Müzesi bizim Yenişehir’e karşı borcumuzdur.
Evet; bu şehrin geçmişte yaşadığı tanıklıklarla, yüzyılların bu şehre kattığı değerle bir kent müzesine gereksinimi var. Adının başına Osmanlı’nın ilk baş şehri ibaresini koyuyorsak o vakit gereğinin de yapılmasına sebep var.
Dert tasa bitmedi, şu eksik bu eksik şu da olsun buda olsun diyen kişileri şimdiden duyuyorum. Hepsi olur hepsinin bir sırası var lakin kent müzesi yarına bırakılacak bir konu değildir. Dün ilçemizde onlarca tarihi Osmanlı evimiz vardı. Bugün kaç tane kaldı. Tarih zaman içerisinde durup kimseyi beklemez. Bugün kurulacak kent müzesi ile yarın kurulacak kent müzesi arasında fark olacağı aşikârdır.
Yenişehir’de kent müzesini oluşturacak materyal var mıdır ki kent müzesi kurulsun der kimisiniz.
Vardır hem de fazlasıyla vardır. Siz hele bir besmele çekip başlayın ki neler neler gelecektir o kent müzesine.
Ali Bilgiç’i hemen hepimiz biliriz. Yıllardır bu kentin belleğini depolamıştır arşivine. Bugüne dek Yenişehir’de yayınlanan tüm gazete ve yayınların arşivi mevcut kendisinde. Şundan eminim ki Ali Abi’nin arşivi gibi bir arşiv şu memleket de birçok şehirde mevcut değildir. Birçok kişinin böyle bir oluşum olması halinde elindeki eşya belge veya eski fotoğrafları hemen vereceğine de birçok kere şahitlik ettim. Ben şahsen inanıyorum ki hele bir niyet edilsin memleket de parmak ile gösterilecek bir kent müzesini kurarız. 
Peki; kim kurmalı bu kent müzesini, kimin görevi kurmak. Nasıl olacak ki bu iş?
Kent Müzesinin oluşumunu sağlamak kent müzesi için gereken girişimi yapmak yerel yönetimin görevidir. Yerel yönetim konunun önemini kavrayıp bir kent müzesi kurulmasına karar verdiğinde müze ve arşivleme konusunda uzmanlardan yardım almak kolaydır. Önemli olan yerel yönetimin kent müzesine uygun bir mekânı bu maksatla tahsis etmesi.
Yenişehir tarihi kimliğine sahip çıkmak konusunda oldukça şanslı ve zengin bir ilçe 1963 senesinde Öğretmenler Derneği tarafından çıkarılan Yenişehir kitapçığını saymazsak 1996 yılında Özdemir Şarman’ın yaktığı ışığı hiç söndürmedik. Özdemir Şarman’ı Ali Bilgiç Ali Bilgiç’i Salih Erol, Salih Erol’u Turgut Yüce, Turgut Yüce’yi Hüseyin Kaplan izledi. Son zamanda Yenişehir ile ilgili ne kadar çok yayın çıktı fark ettiniz mi hiç. Bu kentin tarihine bunca sahip çıkan varken yerel yönetime sadece el tutmak, yol açmak kalır aslında.

Şimdi buradan bir çağrı yapmak istiyorum yetkililerimize; gelin kent müzesi için besmeleyi çekelim gelin bir olalım birlik olalım. Siz haydi deyin bu şehre, bu şehrin tarihine gönül vermiş insanlar canla baş olur. Kent müzesi bu şehrin kültürüne yapılacak en büyük hizmettir. Ve şu bir gerçektir ki kent müzesini kuran yıllarca unutulmayacaktır bu şehirde.   
Kent müzeleri bizim geçmişimizi geleceğe taşıyan yegane bir kurumdur



İŞGAL YILLARINDA YENİŞEHİR'DE YUNAN MEZALİMİ

30 Ekim 1918 günü Osmanlı Devleti kendisine dayatılan Mondros Mütarekesi’ni imzalamak zorunda kalmıştı. Ardından 12 Mayıs 1919 günü başlayan Paris –sözde- Barış Konferansı’nda toplanan devletler I. Dünya Savaşı ile tamamen bittiğini düşündükleri Osmanlı’nın topraklarını hayâsızca paylaşma planlarını devreye sokmaya başladılar. O güne dek İtalya’ya peşkeş çekilmek istenen İzmir’in boğazlara çok yakın olmasından dolayı İngiliz çıkarlarına ters düşmesinden dolayı Yunanistan’ın İzmir çevresindeki “Rumların Müslüman-Türkler tarafından öldürüldüğü” şeklinde sözde bahane ve yalanıyla İzmir’in işgali Yunanlılara bırakıldı.[1]
İzmir’in işgalinin Yunanlılara bırakılmasının ardından ise Yunan donanması 15 Mayıs 1919 günü İzmir’i işgal etmeye başladı. İzmir’in Yunanlılarca işgali ise Batı Anadolu’da eşi benzeri görülmemiş bir mezaliminde başlangıç noktası olmuştu. Uzun yıllarını savaşlara veren Osmanlı Devleti kasaba ve köylerinin erkek nüfusu yok derecesine gelmiş, ahalisi yorgun, bitkin ve yoksullukla mücadele ediyordu. Halk adını sanını her yerde duyduğu Mustafa Kemal’in attığı her adımı yakinen takip ediyor. Mustafa Kemal’e güveniyor ve O’nu kurtarıcı olarak görüyordu.
Tüm bunların yanında ise Yunan birlikleri Anadolu’da hızla ilerliyordu. 20 Ekim 1920 günü gerçekleşen ilk işgalin ardından Yenişehir toplamda Yunan Ordusu tarafından beş kez işgale uğradı.
Batı Anadolu’da girdikleri her köy ve kasabada halka yaşattıkları akla gelebilecek her türlü zulmün fazlasını Yenişehir’de de uygulayan işgalciler ilk işgalin ardından 6 Eylül 1922 gününe dek geçen 686 günde halkın can ve mal güvenliği olmadan namus düşüncesi ile yaşamasına sebep olmuştur. Hiç yere yaşamına son verilen sivil halk, yakılan yıkılan kamu binaları ata yadigârı tarihi eserler, Tahrip edilen cami ve mescitler, talan edilen iş yerleri, iğnesiz bırakılan evler namusuna göz dikilen kızlarımız kadınlarımız. Yenişehir’in Yenişehirli’nin gördüğü zulmü anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalacakken elimizden geldiğince o günleri unutmamak, bu topraklar için verilen mücadeleyi layıkıyla anlayabilmek için o günlerde yaşananlara bakalım isterseniz;
Gökçesu Köyü’nden 1907 yılı doğumlu Feruze Dursun o günlere ait yaşadıklarını “Yenişehir’deki evlere çok girdiler, yakmadık ev bırakmadılar. Bizim evlerimiz çok güzel iki katlıydı, bizi evlerimizden attılar. Bizim evimize asker oturdu.” şeklinde anlatıyor.[2]
Yenişehir’de halkın birçoğu namus ve çoluk çocuğunun hayatından endişe etmesi sebebiyle Afyon, Eskişehir ve Ankara yönüne dağlardan patikalardan evlerini sadece kilitleyip yanlarına hiçbir şey alamadan göç ettiğini o günleri yaşayanların anlatımından biliyoruz. Gittikleri yerlerde yakını eşi dostu olanlar eş dost akrabanın yanına sığındığı halde evinde barkında toprağında sıkıntı yaşamayanların gittiği köy ve ya kasabalarda ırgatlık yaptığını da o günleri yaşayanlar anlatıyor. 
Yine o günleri yaşayan 1921 doğumlu Ahmet Yekin; “Mustafa Kemal’in askerleri gelmeden önce halk pusmuş durumda. Esarette bulunan halk memnun değil işgalden tabi ki. Eskişehir’e kadar kaçmışlar ninemgiller. Ordan, Yenişehir’den Eskişehir’e dağlık patika yollardan yürüyerek gidiyorlar. İşgalden sonra anında geri dönüyorlar. Eskişehir’de göç edenleri evlerinde misafir ediyorlar.” diye anlatıyor yaşadıklarını.[3]
1915 doğumlu Mehmet Emin Lapacı ise ilçede yaşanan mezalimi daha detaylı bir şekilde anlatıyor; “Yenişehir’in işgalinde dedem bizim sokak kapımızı, direklerle arkasından dayakladı. Yunanlılar tekme vurup kırıp ta içeri girmesinler diye. Yenişehir’in içerisi çok sessizdi ve biz sessizliği dinlerdik. O vakit elektrik yoktu. Akşamla yatsı arası gece dinlerdik: “imdat! İmdat! Can kurtaran yok mu? Allah aşkına yetişin!” diye kadın kız sesleri hala kulaklarımdadır. Komşulardan kimse dışarı çıkmaya korkuyor, evden o feryatları duyunca. Her mahallenin kadınları, genç kızları bir yerde toplanırlardı. Bizim mahallemizde ki genç kızlar Davutoğlları’nın evi diye bir yere toplanmışlar. Orada bir kızcağız dört Yunanlı tarafından tecavüze uğramış. Onun ismini biliyorum ama hiç kimseye söylemedim. İşte Yunan bu kadar zulmetti. Burada “Saray Hamamı” denilen bir hamam varmış. Yunanlı komutan “karavana pişirmek için odun ne arayacağız yakın bunu! Yakın!” demiş. Sonra Yunanlılar bu Saray Hamamı’nı yıktılar yaktılar. Yunanlılar Yenişehir köylerinde durmadılar. Gitti öküz sığır aldı geldi, burada askerine yedirdi. Yenişehir’i yıkıp yağmaladı. Yenişehir’in 3/4 ‘ü yandı, yakıldı. Yunan giderken yaktı.”[4]
Yunan askerinin işgal sırasındaki zulümlerinin yanında o güne dek bu topraklarda halk ile içi içe komşu yaşayan Ermeni ve Rum birçok eşraf da yapılan zulümlere katılmışlardı. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Harici Siyasi’ye ait 26 Kasım 1920 tarihli evraktan Ermeniler ve İznik tarafındaki gayri müslimlerinde katıldığı yağmalarda Beypınar, Papatya ve Köprühisar köylerinde  Türklere ait her şeyin yağmalandığını anlıyoruz.[5]
Yenişehir’in ilk kez işgal edildiği 20 Ekim 1920 gününün ardından Hüdavendigâr İstînâf Müddeî-i Umumi’sinden[6] rapor istendi.[7] Osmanlı Arşivi’nden elde ettiğimiz bu rapora göre ise 26 Aralık 1920 tarihinde ilçede bulunan Müdde’i Umumi Hasan Aşki Bey’in Dâhiliye Nezâreti’ne bildirdiği üzere “Yenişehir hükümet ve belediye daireleri, ibadethane Yunan askerlerinin çekilmesi sırasında bombalanmış, çarşı tamamen yakılmış bu esnada bir çok da ev yanmıştır. Halkın evlerinde işyerlerinde malları ve eşyaları, caminin halı ve seccadeleri askerlerin ardından Rum ve Ermeniler tarafından çapulculuk ve yağma ile Gemlik tarafına götürülmüş, Yürekler acısı tecavüzlerde bulunulmuş yalnız can kaybı olmamıştır. Bu kazaya bağlı yirmi kadar köy bu neticede yakılarak eşya ve koyun keçisi Gemlik tarafına götürülmüş”[8] denmektedir.
Ayrıca merkezde talan edilen yerler hakkında bir başka evrakta da Ethem Paşa Oteli ve civarındaki binalar, Hacı Gökgöz’ün gelir getiren tüm mülkleri, Hacı Tahir’in oğlu Mehmet Efendi mahalledeki yapıları Yunanlılar tarafından bomba ve gaz yağı dökülmek suretiyle talan tahrip kullanılamaz edilmiştir denilmektedir.
Yenişehir dışında köylerde ise Paşayayla  köyünde köyün tamamı yakılmış ve köylü çoğunluyla katledilmiş, Beypınar, Köprühisar ve Papatya köyleri yağma ve talan edilip yakılmış, Karabahadır’da ibadethaneler ayaklar altına alınmış Yunanlıların tecavüzüne uğramış[9], daha bir çok köyde aynı zulüm ve facialar yaşanmıştır.
22 Eylül 1920 tarihinde Reşadiye’li Şeyh Şerafettin Efendi’nin damadı Hafız Efendi’nin de ailesi ve yanında bulunan bir şahısla beraber Yunanlılar tarafından katledildiği yine evraklara kayıt olunan bir başka vakadır.[10]
Yenişehir’de yaşanan bu mezalim o kadar şiddetlenmişti ki ikinci işgal sırasında durum bir şekilde İstanbulda bulunan "Bağışık Devletler" temsilciliğine iletildi. Bunun üzerine bir Fransız generali, gerekli incelemeyi yapmak için görevlendirildi. Bursa'dan hareket ederek 13 Ocak 1921 günü Yenişehir'e geldi. Kendine göre görüşmeler yaparak aynı günün akşamı yeniden Bursa'ya döndü.[11]
Bu dönemde ülkemizde bulunan ve yaşanan bu olaylara bizzat tanık olan İngiliz kadın gazeteci Grace Ellison, Yunan ordusunun geçtiği köy ve şehirleri şöyle anlatıyor: "Kadınlar ve çocuklar camilere doldurulmuş, kaçmasınlar diye makineli tüfeklerle kuşatılmış ve ondan sonra ateşe verilmiş. Tüm duygularım felce uğradı. Ortalıkta hiç hayvan görülmüyordu. Yunanlılar giderken bütün ambarları yakıp, bütün hayvanları götürmüşler. Yıkıntılar arasında suyu çekilmiş çeşme yalakları içinde serilmiş hasır ve kilimler üzerinde birbirine sokularak parça parça giysilerinin sağlayamadığı örtünmeyi sağlamaya çalışan kadınlar... iki bin beş yüz nüfustan iki yüzü hayatta kalmış. Yangının kararttığı minareleri ile iskelet halinde bir kent. Tüm kederler, çekilen acılar ve dağlanan yürekler, umutsuz gözlem, bekleyiş ve özlem. İşte kadınlar için savaşın anlamı."[12] diyerek yaşananları kelimeleri ile ifade etmeye çalışıyordu.
Camilere girip levhaları yırtan, Kuran-ı Kerim’leri ayaklar altına alan, halkın mukaddesatını hiçe sayan, camileri pisletip şehri ateşe veren yağmalarının ve sömürünün sonu gelmeyen işgal yıllarında konu 22 Kasım 1920günü TBMM’nin 1. Dönem 101. oturumunda da gündeme gelmişti. Meclis kürsüsünde söz alan İktisat Vekili Mahmut Celal Bayar Ertuğrul Sancağı’ndan Ziraat Memuru Hüseyin Fehmi Bey’in görevlendirildiği üzere Yenişehir’e gelerek buradan yaşanan zulmü gözlemlediğini ve raporladığını söyleyerek “Bu rapor hakikati bütün çıplaklığıyla size gösterecektir. Bunu halkımızın bilmesi ve tarihin kaydetmesi için bu kürsüden okuyorum.” dedi ve raporu okumaya başladı. O gün 16 Ekim 1920 tarihli okunan raporun sadeleştirilmiş Türkçesi aşağıdaki gibidir;
“İktisat Vekâletine
Yenişehir Kazasının Yunanlılar tarafından istilâsında yaptıkları zulüm ve tahribatın incelenmesi maksadıyla Ertuğrul Mutasarrıflığı tarafından meydana getirilen Heyette yer aldım. Yenişehir'e ve tahrip edilen dört köye 4 Kasım 1920 tarihinde vardık.
 Yenişehir Kaza Merkezinde iki yüz dükkân ve mağaza eşyalarıyla beraber, Hükümet binası, Ziraat Bankası, Posta ve telgrafhane, Jandarma, Düyunu Umumiye ve Belediye, üç otel, altı han, dört fırın, iki hamam, bir eczane, bir tekke ve iki imarethane, otuz dokuz ev ve yedi köy tamamen, yedi köy yarı yarıya ve dört köy kısmen yakılıp yıkılmıştır. On dört köyün malı, zahiresi, arabaları ve hayvanları tamamen Yunan askerleri tarafından götürülmüştür. Bundan başka kasaba ve köylerin ileri gelen ahalisinden bini aşkın şahıslar esir olarak götürülmüş, erkek ve kadın olmak özere dört yüz kişi dahi katledilmiş ve adedi belli olmayan kız ve kadınların ırz ve namuslarına tecavüz edilmiştir. Köylerdeki evlerin yakılması sırasında dışarı evlerinden dışarı çıkmayan birçok aile ve çocukların enkaz altında kaldıkları görülmüştür.
 Yenişehir Kazasına ait olup düşmanın istilasına uğrayan köy ve kasabaların zarar, ziyanının Komisyonumuzca yedi milyon lira civarında tespit edildiği malumatı arz olunur Efendim. 16 Ekim 1920
Ertuğrul Livası
Ziraat Memuru
Hüseyin Fehmi”

Celal Bayar’ın raporu okuması ardından söz alan Karesi vekili Vehbi Bey Yenişehir’de yaşanan zulmü kınadıktan sonra kendisinin de Yenişehir’den bir mektup aldığını belirtip söze devam etti;
“Bendeniz de yine oradan aldığım bir mektuptan, Vekil Beyefendinin okuduklarına ilaveten bazı malumat arz edeyim. Hükümet ve Belediye ve bunlara yakın olan dükkânlar, evler ve hamam tamamen yanmış, girilmedik ve soyulmadık ev, öldürülmedik adam, hayatı gasp edilmedik kadın ve namusu lekelenmedik aile kalmamıştır. On dokuz köyün bütün mal ve hayvanları gasp edildikten sonra kamyon ve toplanılan öküz arabalarıyla beraber götürülmüş ve diğer on yedi köy de, iğnesiz ipliksiz bırakılmıştır. Şimdi bu yapılan yapılmış ve inşallah öcümüzü de alacağız (inşallah sesleri) Yalnız yakılan bu yerlerin halkı ne olmuş? Bir kısmı yaralanmış, bir kısmı esir olmuş, götürülmüş, fakat kalan halk ne olmuş? Buna dair alınan haberlerde başka bir facia manzarası görülüyor. Bunca belalara uğrayan, açıkta kalan, kış gününde titreşen, o beşikteki yavrucakları, kadınları, ihtiyarları düşünelim ve ormanlar içinde öldürmeyelim. Onun için nerede bir ev bulursak o evlerin içine bunları oturtalım. Bunlar civardaki diğer köylere oralara yerleştirilsin.”[13]
Kurtuluş savaşı sırasında Yunan işgalinden tüm Anadolu olduğu gibi Yenişehir halkı da fazlasıyla zulüm çekti yerinden yurdundan kopan halk aylarca şehre geri dönemedi şehirde kalanlar her an korku ve panik içerisinde geceleri dahi uyuyamaz oldu. Merhamet duygularından yoksun Yunan ordusunun mezalimlerini yaşadı. Halk malından evinden servetinden oldu. Geleceğinden edilmek istendi. Yaradan bu tür zulümleri değil bir daha bu millete her ne millet olursa kimseye yaşatmasın.
Bizlerin bu konuları sık sık gündeme getirmesinin sebebi o günlerden gerekli olan derslerin çıkarılmasıdır. Bugün bu vatan topraklarında kardeşçe yaşayabilmek için o gün omuz omuza şehit düşen vatan diye toprağına kanını akıtan ecdadı tanımak bilmek ve anlamak gerekir.

Sahipsiz olan memleketin batması haktır.
Sen sahip olursan, bu vatan batmayacaktır.
(M.Akif Ersoy)



[1] Paris Barış Konferansı’nda Yunan Talepleri Ve Büyük Güçlerin Tutumu - Mehmet Sait Dilek
[2] Tanıkların Anlatımıyla Bursa Tarihi (Sözlü Tarih Arşivi 1919-1938) – Doç. Dr. Saime Yüceer – T.C. Uludağ Ünüversitesi KETAM yayın no:1 Bursa 2005 S:325
[3] Aynı Eser S:333
[4] Aynı eser S:326,327
[5] Başbakanlık Osmanlı Arşivi Harici Siyasi evrakı 2619/45 (Arşiv Belgelerine Göre Balkanlar’da ve Anadolu’da Yunan Mezalimi II Anadolu’da Yunan Mezalimi, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı Yayın Nu:30, Ankara 1996, S:125
[6] İstînâf Müddeî-i Umumi: Savcı
[7] Osmanlı Arşiv Belgeleri Işığında İşgal Döneminde Bursa, T.C. Başbakanlık Atatürk, Kültür, Dil, Tarih Yüksek Kurulu, Atatürk Araştırma Merkezi
[8] Başbakanlık Osmanlı Arşivi Harici Siyasi evrakı 2619/58, aynı eser, S:130
[9] Aynı eser S: 167
[10] Aynı eser S: 154
[11] Bursa Yenişehir 1301-2001, Özdemir Şarman, Bursa 2001, S:31
[12] Aynı eser S:34 (Hüsnü A. Göksel: 09.09.1999 Cumhuriyet’den alıntı)
[13] TBMM Zabıt Ceredesi Cilt:6, Yüzbirinci içtima, S:19,20