BAYRAM YAZISI


Bir bayram arifesinde bir bayrama merhaba demenin mutluluğu içerisindeyiz bu gün.
Zaman boşluğu su misali akıp gidiyor. Bizlerse bu boşlukta tutunacak dalları olmadan nice hakikatleri ıskalayarak basiretlerden uzak savrulup gidiyoruz. Daha dün gibi ramazan ayına girişimiz ilk sahura kalkıp oruç tutmaya başlamamız. Ne de çabuk geçti ramazan günleri. Şimdi de elveda şehr-i ramazan demenin burukluğunu yaşıyoruz. Rahmet ve bereket ayı ramazanı bitirmenin burukluğu içerisinde yaşasak ta Hakk’a karşı kulluk vazifelerimizi yerine getirebildiğimiz içinde seviniyoruz. Yüce rabbimiz oruç ibadetini yerine getirdiğimiz için bizleri bayramla ödüllendiriyor.
İşte yine bir bayrama erişti ömrümüzün durağı. Allah kısmet ederse sağ olanlar için daha nice bayramlar yaşanacak. Geriye dönüp baktığımızda nice bayramlar gördü ömrümüz. Kimi şimdi aramızda olmayan nice sevdiklerimizle nice bayramlardan bu günlere geldik.
Bayram deyince benim gibi yaşı kırkı bulmuş akranlarım ve büyüklerimin hep klişeleşmiş bir sözü vardır; “Ah o eski bayramlar”. Küçükken de büyüklerimiz aynı sözü kullanırdı ve biz hep dudak büküp dinlerdik. Sanırım nesiller değiştikçe bayramlarda değişiyor. Bizim büyüklerimizin yaşadıkları bayram tatlarını biz yaşayamadığımız gibi bizim yaşadığımız o güzel samimi bayram günlerini de şimdi bizim çocuklarımız yaşamıyor.
Devir teknoloji devri oldu. Büyük avlulu evlerimizin yerlerini apartmanlarda küçücük balkonlu evler aldı. Bizim eskiden komşu annelerimiz vardı. Şimdi büyük sitelerde beton yığınlarının içerisinde kurduğumuz dünyada sadece biz varız. Her şey değişti hayatımızda ve bayramlarımızdaki tat ve neşede o değişenlerin içerisinde yerini aldı.
Bayramın günler öncesi insanlarla dolan işyerleri, çarşılara bir de bugün bakıyorum o eski heyecanlar yok artık. Geçmiş yıllarda berberde bayram traşımızı olmak bile saatlerce sıra beklemekten ibaretti. Şimdi berber sayıları atmış olsada bir o kadar nüfus çoğaldı ama genede sıra bekleyen yok. Merak ediyorum bayramlığını yatağının başucuna koyup uyuyan kaç çocuk kaldı acaba. Kaç evde bayramlık baklavalar açılıp mahalle fırınına tepsiler taşınıyor.
Artık bayramlar sadece bayram olduğu için… Birçoğumuz için el gördüğe bayram, birçoğuz işin tozunu daha da arttırmış onlar için sadece tatil bayramlar. Eskiden çocuklar şeker toplamaya çıktığında onlara açılmayan kapı yokken bu gün birçoğumuz o çocuklara bile tahammül edemeyip kapılarını açmaz oldular… Kaç çocuk bu bayram harçlığını ütülü mendillerin içerisinde alacak acaba…
Bu günün çocukları ve ya gençlerinin bayram kartpostalı yollamak diye bir gelenekten haberleri olduğunu bile sanmıyorum… Önce cep telefonları çıktı kısa mesajlar yollar olduk bayram kartpostalları yerine… Şimdi artık e-posta yolluyoruz sevdiklerimize…
Bizden bize ait olan her şeyi alan teknoloji ve günümüzün artık olmayan sadece dilimizin alışıklık halinden zikrettiğimiz sosyal hayatımız işte böyle yozlaştı.
Günler öncesinden başlardı çocukluğumuzda bayram telaş esi. Bizler annemize sorardık; alacağımız harçlıkların, giyeceğimiz bayramlıkların hayalinden. “anne kaç gün kaldı bayrama” Anne cevap verirdi çocukluğumuzun sayma stilinde; yatacaz kalkacaz,yatacaz kalkacaz diye ifade edilen bayram günlerinin geriye sayımı geçmek bilmezdi. Evlerde büyük bayram temizlikleri kireç badanalar yapılırdı. Evde komşuların imecesiyle hazırlanan cevizli lokumlar, baklavalar mahalle fırınına taşınırdı arife günü. Az bir zaman kala bayram gününe çarşıya çıkarılırdık bayramlıklarımızı almak için. İşte o günden sonra hiç geçmezdi zaman. Bayram sabahı üzerimize giyeceğimiz güne kadar cicilerimizi. Arife günleri, bayram sabahları mezarlıklar şenlenirdi ilk önce. Bayram sabahı erkenden kalkıp bayram namazına gitmek ayrı bir gurur, ayrı bir duygu yüküydü bizim için. Namazdan çıkıp eve geldiğimizde ailecek yapılan kahvaltıların yıl boyu yapılan kahvaltılardan çok büyük bir başkalığı vardı. El öptüğümüzde aldığımız haçlıkları gün boyu defalarca cebimizden çıkarıp bir bir sayardık. Kardeşimize ya da yanımızdaki arkadaşımıza hava atardık ben bu kadar harçlık topladım diye. Aldığımız harçlıkların çoğu zaman adresi belli idi. Hemen en yakın bakkala gider mantar tabancası maytap gibi şeyler alıp mutlu olurduk. Bizim çocukluğumuzda bayram günleri sokakları mantar tabancalarının barutlarının kokusu sarardı. Eve gidenin gelenin haddi hesabı olmaz. Ne kadar hısım akraba varsa görmüş olurduk gün boyu.
Büyüklerimiz bizim yaşadığımız bayramlara bakıp ah eski bayramlar diye iç geçiriyor olsalar bile o günlerde bizim bayramlarımız bile şimdinin çocukları için rüyalarında göremeyecekleri mutluluk. Şimdi artık bilgisayarlar var. Çocuklar sokaklara bile çıkmaz oldular. Onların dünyaları sanal, arkadaşlıkları klavyelerde, onlar üçtaş, saklambaç, körebe oynamıyorlar… Hepsinin kendilerince kocaman olan sanal dünyaları var. Onların her şeyleri yavan ve yapay…
Bugün artık eski bayramlar azaldı. Köyler bir nebze olsun yaşıyorlar hala aynı duyguları ama şehirlerde betonlaşan binalarla beraber insanların kalpleri de betonlaşmaya başladı.
Hep birlikte eski bayramların tadında, dostlukların kardeşliklerin bir başka anlamlaştığı, küslerin barıştığı, boynu büküklerin gülebildiği ağız tadında güzel bir bayram geçirebilmek dileğiyle hepimizin bayramı kutlu olsun. Nice bayramlarda sevdiklerimizle beraber olmak dileğiyle…
Yüzün güle, bayram ola,
Gönüller çoşa, şenlik ola,
Dost, kardaş birlik ola,
Bayram ola, bayram ola.

OSMAN GAZİ’NİN YENİŞEHİR’DEKİ SARAYI



Yenişehir 1301 yılında Osman Gazi tarafından kurulmuş bir şehirdir. Âşık Paşa-zade Tarihinin 16. Bâbında bu konu “….anda duraklandı ve anın ismi Yenişehir kondu. Osman Gazi yanındaki gazilere evler yaptırıverdi” şeklinde geçmektedir. Cihan Nüma’da ise “…Kendi Yenişehir’e varıp oraya taht kurdu. Burayı karargâh edindi. Yeni yurt seçti. Yanındaki gazilere evler yapıverdi. Burayı mamur etti. Ondan ötürü oraya Yenişehir dendi.” denilmektedir. Bu konuda başka kaynaklarda incelendiğinde Yenişehir’in kuruluş konusu hemen hemen tüm kaynaklarda benzer şekilde anlatılmaktadır.
Şehrin kurulmasıyla birlikte o güne kadar yarı göçer konumda bulunan Osmanlı Beyliği artık devlet olmanın icabetlerini de yerine getirir tarzda şehirleşmeye gitmiş, yerleşik düzene ilk adımlarını da atmaya başlamış oldu. Yanındaki gazilere “kılıç hakkı” olarak verdiği Yenişehir’de de hızlı bir şekilde yapılanma başladı. Çevre tekfurluklarda bulunan birçok halk yeni kurulan bu şehir de yer alıp Osman Gazinin himayesine girmek için şehre akın etmeye başladı. Kısa zaman içerisinde çevresindeki diğer yerleşim yerlerine göre daha fazla tercih edilen ve konaklanmak istenen bir kasaba haline geldi. Adına izafen yepyeni bir şehir Yenişehir oldu.
Osman Gazi de bu durum karşısında şehre yeni yeni evler, çarşılar, hamamlar, kervansaraylar, medreseler ve çeşmeler yaptırmaya başladı. Yaptırdığı tüm bu binaların yanında da kendisine de bir ev yani başka bir deyişle devleti yöneteceği önemli kararları alacağı, silah arkadaşlarıyla yeni savaş planları oluşturacağı bir saray inşa ettirdi. Böylece kuruluşta bir dönem Osmanlı devletine ilk kez başkentlik etmiş Yenişehir’de bir saray da var olmuş oldu.
Osman Gazi vefatına kadar kaldığı, devleti buradan yönettiği bu saray da Osmanlının ilk sarayı unvanını almış oldu. İlk kanunun çıktığı, Neşri’nin ve Nicolae Jorga’nın eserlerinde belirttiği fakat tam ispatlanmamış olsa da ilk paranın basıldığı bu saray Osmanlının ilk devlet binası hanedanın ilk yerleşke yeridir. Osman Gazi Yenişehir’in kurulmasından itibaren bu şehirde, burada yaptığı sarayda yaşamıştır. Temellerini yeni attığı dört kıtada at koşturacak neslinin ilk savaşlarını burada planlamıştır. Silah arkadaşlarıyla burada buluşmuş, devletin ilk yasalarını burada tasarlamıştır. Nitekim Ord. Prof. İ. Hakkı UZUNÇARŞILI Büyük Osmanlı tarihi isimli eserinde Osman Gazinin Yenişehir’de konakladığını belirterek oğlu Alâüddin Ali Bey’in de burada onunla kaldığını yazılmaktadır. (söz konusu eser s. 115) Büyük Osmanlı Tarihini yazan Avusturalya’lı ünlü tarihçi Hammer ise eserinde Yenişehir’den bahsederken Osman Gazi’nin memleketi ibaresini kullanır (söz konusu eser s. 46) Yine bu konuda Âşık Paşa-zade Tarihinin 16. Bâbında “…Kendüler girü Yinişehr’e geldiler. Anda karâr itdiler….”şeklinde belirtilmektedir. Yani kendileri Yenişehir’e geldiler ve orada kaldılar, demektedir.
Osman Gazi’nin en büyük isteklerinden biri Bursa’yı Osmanlı topraklarına katmak istemesiydi. Bursa üzerine yapılan tüm saldırıların planları bu sarayda gerçekleşmiş, hasta yatağında merakla beklediği Bursa müjdesini bu sarayda almış, o meşhur Osman Gazinin Orhan Gazi’ye vasiyeti olan sözlerini bu sarayda söylemiştir. Nitekim tarihçi Le Beau eserinde Osman Gazinin 1326 yılında Yenişehir de vefat ettiğini belirtmektedir. (söz konusu eser Bab 108, fasıl 10)
Karaosmanoğlu İbrahim Bey’in Osmanlı Sultanı II. Murat’ın egemenliğini tanıdığı “Yemin Metni” (Sevgend Name) antlaşmasının Yenişehir’de imzaladığını hepimiz biliyoruz. Bu anlaşmanın Yenişehir’de saray haricinde bir başka yerde imzalanmış olmasının düşünülmesi mantık dışı olur.
Yenişehir Osmanlı Devleti’nin ilk yıllarında aldığı o büyük önemi zaman içerisinde kaybetmiş olsa da ilçede bulunan padişah ailesi olarak ata evi sayılan saray çok uzun yıllar boyunca önemini hiç yitirmemiştir.
Kültür Bakanlığı Yayınları içerisinde yayınlanan Yılmaz ÖZTUNA’nın Devletler ve Hanedanlar isimli eserinde yer alan bilgilere göre; 1386 yılında imparator Manuel Paleologos’un kızı Fülâne Hatun ile izdivaç yapan padişah I. Murat’ın düğünü Yenişehir’de olmuş ve muhtemelen de bu düğün Yenişehir’deki Osmanlı ata evi bu sarayda gerçekleşmiştir. (söz konusu eser s. 107) 1402 yılında tahta geçen I. Süleyman’ında sünnet düğünü aynı tarihte kardeşleri Ertuğrul ve İsa ile burada yapılmıştır. (a.s., s.113) Son zamanlarda dönemi anlatan dizi ile medyatikte olan Hürrem Sultan Ağustos 1544 tarihinde eşi Kanuni Sultan Süleyman ve beraberlerinde Sadrazam Damat Rüstem Paşa, Mihr-ü Mâh Sultan ve şehzade Selim ile birlikte 40 gün süren Bursa seyahatine çıkmışlar. Bazı kaynakların belirttiği üzere Bursa ve çevresinde tüm ata topraklarını gezmişler. Bu toprakların içerisinde Yenişehir’inde olduğu muhtemeldir.
Yine bazı kaynaklarda ava merakı ile de bilinen padişah IV. Mehmet’in Mart 1658 yılında Bursa’ya yaptığı seyahatinde Yenişehir bölgesinde av yaptığı bazı kaynaklarda belirtilmektedir.
Osman Gazi’nin Yenişehir’de yaptırdığı bu saray bahsedildiği gibi uzun yıllar hanedan ailesinin sahip çıktığı ata evi konumunu korumuştur. Ankara savaşı sırasında Yenişehir’de bulunan Yıldırım Beyazıt’ın eşi ve çocukları da muhtemelen bu sarayda konaklamaktaydılar. Bunu hiçbir kaynak yazmıyor fakat öyle olması kuvvetli bir muhtemeldir.
1534 ve 1548 yıllarında 11 ve 12. sefer-i hümâyûna yani Irak seferlerine çıkan Kanuni Sultan Süleyman İstanbul’dan İznik üzeri çıktığı bu seferlerinde Yenişehir’de konaklamış ve burada ata ocağını ziyaret etmiştir. Bu iki ziyarette de Kanuni Sultan Süleyman’ın yanında yer alan dönemin ressamı aynı zamanda da bilim adamı ve yazarı olan Matrakçı Nasuh Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn isimli kitabında bu seferler ve Yenişehir’de konaklama hakkında bilgiler vermektedir. Matrakçı Nasuh bu eserinde İstanbul’dan başlayan ve Irak’a kadar süren seferin gidiş ve dönüşteki tüm olaylarını izlenimlerini paylaşır. Geçilen ve konaklanan tüm güzergâhlarda bulunan önemli yerlerin resimleri çizilir. Gerekli notlar alınır. 1534’de yapılan ilk gezinin Yenişehir konaklama kısmının Kurban Bayramına denk gelmesi burada gereğinden fazla konaklanmasına sebep olur. Bayram boyunca Yenişehir’de konaklayan Kanuni Sultan Süleyman’ın yanında buluna Matrakçı’da muhtemelen Postunpüş Baba zaviyesinin bulunduğu Babasultan Tepesine çıkarak şehrin bir minyatürünü çizmiştir. Matrakçını Babasultan tepesinden bakarak çizdiği bu minyatürde Osman Gazi’nin sarayı, hemen yanında saray hamamı, Ulucamii ve Kurşunlu Han aşikar olarak gözükmektedir.
Kanuni’nin her iki Irak seferinde de Yenişehir’e uğramış ve burada konaklamış olması hanedanın ata topraklarına verdiği önemi gösterirken burada çizilen bu minyatür ile şehirdeki Osman Gazi sarayı da resmen belgelenmiş başka bir değişle kayıt altına alınmış olmuştur.
1555 yılında Anadolu topraklarını gezen ve gezdiği yerlerle ilgili notlar yazan Alman gezgin Hans Dernsch Wam Yenişehir’e de uğradığını Tagebuch isimli eserinden anlamaktayız. Hans Dernsch Wam söz konusu eserinde sarayı gördüğünü belirterek şöyle tarif etmektedir. “….Saray dört köşe. Her tarafında bir penceresi var. Dört yüksek sütunlu. Yanında bir mescidi olmalı. Bu Orhan Sarayı….” Hans Dernsch Wam’ın Orhan Sarayı olarak tabir ettiği Osman Gazi sarayıdır.
Prof. Dr. Şemsettin Sami’nin Kamus-ul Alam isimli eserinde de yer alana sarayın yüzyılın başlarına kadar bir bölümünün ve bazı duvarlarının ayakta olduğu belirtilmektedir. Yakın zaman da konu ile alakalı bir makalesi yayınlanan değerli ağabeyimiz araştırmacı-yazar Nurettin Baydur; 1965 yılında Başbakanlıkça görevlendirilen tarihçi ve arkeologlardan oluşan bir gurubun Yenişehir’de incelemeler yaptığını belirtmektedir. O yıllarda saraydan kalıntılar ve izler gören heyet Yenişehir’de tarihi eserler hakkında bir çalışma yapmış ve sonunda da bir rapor hazırlamış. Baydur söz konusu araştırmayı okuma fırsatı olduğunu ve bu araştırmanın sonunda hazırlanan raporda da sarayla ilgili bilgilerin bulunduğunu yazısında bizlerle paylaştı. Kamus-ul Alam ile eşdeş bilgilerin bu raporda da bulunması sarayın kalıntılarını çok yakın tarihe kadar gün yüzünde olduğunun bir ispatı açısından son derece önemli bilgilerdir. Yeri gelmişken hemen bildirmek isterim ki; bu raporun bir bir nüshasının bulunup yayınlanması ilçemizin tarihine büyük ışık tutacak kanaatindeyim. Umarım yakın bir zaman da bu rapor gün yüzüne çıkarılabilir. Ayrıca Sayın Baydur’un da değindiği gibi 1965 yılı çok eski bir tarih değildir. Başbakanlığın raporunda sarayın o yıllarda izleri ya da kalıntıları hala duruyor şeklinde bir ifade mevcutsa bu saray kalıntılarını gören bilenler hala hayatta demektir.
Sözünü ettiğimiz Osmanlının bu ilk sarayı Ulucamiinin güney kesiminde halen depo olarak kullanılan bir mekânda bulunmaktadır. Gökgöz meydanı olarak isimlendirilen meydanda yer alan sarayın bulunduğu mevkie halk tarafından bu gün dahi “Sarayönü mevkii” ismi verilmektedir.
Bu gün maalesef sözünü ettiğimiz bu saraydan gözle görülebilir en küçük bir kalıntı bulunmamaktadır. Tıpkı yanındaki hamamı, Süleyman Paşa Medresesi, Baba Hamamı ve daha birçok eserle birlikte ilçemizdeki mevcudiyetini kaybetmiştir.
Yıkılmış yol olmuş, zaman içerisinde miladını doldurmuş bir binadan bahsetmek artık bizlere ne kazandırır. Hiç gereği yok bitmiş gitmiş mazide kalmış şeklinde düşünen birçok vatandaşın olduğu kanısındayım. Fakat durum asla bu şekilde değil ve de olmamalıdır.
Yıllardır şehrimizin Osmanlı devletinin ilk başşehri olmasıyla gurur duyuyoruz. Şehrin dört ayrı girişine dört ayrı tabela diktik bu yüzden. İlk başşehiriz diyoruz bunu göğsümüzü kabartarak söylüyoruz. Fakat farkında mıyız değimliyiz tam olarak bilmiyorum ama bizim başşehir olmamızın en büyük kanıtı işte bu saray. Nasıl ki bu gün Ankara başşehir ve meclis binamız Ankara’da ise. O vakitte Yenişehir başşehirdi ve dönemin meclis binası da tüm devlet işlerinin yürütüldüğü, önemli kararların alındığı işte bu saraydı.
Süleyman Paşa makam türbesini göstererek işte başşehir olmamızın kanıtlarından en büyüğü derken elimizde var olan ve kimsenin asla ve asla inkâr edemeyeceği bir kanıtı görmemezlikten gelip geçiyoruz.
Bu sarayın yerinin tam olarak tespit edilmesi ortaya çıkarılması çok zor bir olay değil. Kurşunlu Han bölgesinde yapılan çalışmayı hepimiz biliyoruz geçtiğimiz yıllarda han yanında bulunan tarihi çarşının temelleri gün yüzüne çıkarıldı ve bu temellerden yola çıkarak da konunun uzmanları bu çarşının planını oluşturdu. Umarım önümüzdeki günler ya da yıllarda da bu çarşı aslının aynı olarak tekrardan mevcudiyetini koruyacak.
Osman Gazi’nin sarayının içinde bulunduğumuz yüzyılın başlarında mevcut olduğunu yazımızın başında belirtmiştik. En azından yakın zaman kadar kalıntılarının durduğunu biliyoruz. 1965 yılında Başbakanlığın yetkilendirdiği araştırmacıların bu kalıntıları gördüğünü biliyoruz. O zaman söz konusu bu sarayın gün yüzüne çıkarılması kanaatimce hiç zor değil. Yakın zamana kadar toprak üstünde kalıntıları olan bu binanın toprak altı kalıntıları hala sağlam ve gözle görülebilecek halde olmalıdır. Geçmiş dönemde ilçeyi ziyaret eden seyyahların bina hakkında tasvirlerini biliyoruz. Kurşunlu Han ile ilgili yapılan çalışmanın aynısı pekâlâ ki Osman Gazinin sarayı için yapılabilir. Zeminde temel kalıntıları gün yüzüne çıkarılıp uzmanlarca tekrardan aslına aynı veya en azından çok yakın planlar çizilebilir. Aslının bir benzeri bina tekrardan inşa edilebilir.
Elbette ki böyle bir proje çalışması maddi olarak ta epeyce külliyetli olur. Kamulaştırmalar, kazı çalışmaları restorasyon, inşaat, çevre düzenleme çok ciddi rakamları beraberinde ihtiyaç olarak getirecektir. Buna yerel olarak bizim gücümüz yetmeyebilir, yetmez. Fakat böyle bir projeye de bu gün Kültür Bakanlığından tutun Dünya Bankasına kadar hiç bir kurumun hayır diyebileceğini sanmıyorum. Yeter ki yerinde ve yeterli düzeyde güzel bir proje sunumu hazırlansın. Böyle bir çalışma çok ciddi ve Osmanlı Devleti’nin kara delik olarak tabir edilen karanlık kuruluş yılları tarihine ışık tutacaktır. Böyle bir çalışma Osmanlı tarihinin kuruluşunun araştırma seyirlerini değiştirebileceği gibi ilçemiz tarihsel dokusuna çok büyük katkılar yapacaktır.
Hepiniz bir hayal edin dört kıtaya nam salmış Osmanlı Devletinin ilk sarayının ne kadar dikkat çekebileceğini.. ilgi odağı olabileceğini.. Şehrimizin tarihsel turizmine ne kadar katkı sağlayabileceğini, en basitinden Yenişehir’in reklâmını ne kadar yapılabileceğini bir düşünün. Yanı başımızda bulunan Söğüt’ün gelenekselleştirdiği şenliklerinden neler kazandığını sizlere anlatmaya gerek yoktur kanısındayım. Böyle bir olayda Söğüt’ü kat kat gölgede bırakacak bir ortamın oluşacağından hepiniz emin olunuz.
Son yıllarda Yenişehir tarihi kimliği ile epeyce ön plana çıkarılmaya çalışılıyor. Bunun için tarihçi akademisyenler, konusunun uzmanları çağırılıp sempozyumlar, paneller ve çeşitli kültür gezileri oluşturuluyor. Fakat bunları yapmak kâğıt üzerinden öteye gitmemekle eşdeğerdir. Evet, reklâm açısından gerekliliği vardır. Bir gündem oluşturmak ilgiyi odaklamak için yapılan çalışmalar yerinde ve doğrudur. Ama bedava reklam ortada olmayan bir ürünü övmekte bir yere kadardır. İcraata geçme vakti gelmiştir. Artık bir yerlere kazma kürek vurmanın işi icraata dökmenin zamanı geldiğini hatta geçmeye bile başladığın düşünmekteyim.
Şehrimizde bulunan birçok binaya sahip çıkamadık. Zaman içerisinde onları zamana yenik düşürdük ve bir çoğununda zamana yenik düşmesini adeta kendimiz istedik. Onların yok olmalarına yitip gitmelerine göz yumduk. Onları yıkılmaya terk ettik bakmadık ilgilenmedik. Birçoğunu yol geçirme bahanesiyle biz yıktık. Bir kısmını da arsa simsarlarına, dünya malı düşkünlerine peşkeş çektik. Şimdi bunları kurtarmanın yollarını arıyoruz. Hala çok geç olmadan bunu başarmak için bir an önce adım atmalıyız yarınlarda atabileceğimiz bir adımda olmayabilir. Tüm maddi imkânları ortaya dökmekle de elimizden bir şey gelmeyebilir. İşte bu yüzden yarınlara olan borcumuz için şimdi vakit var … Henüz daha yol yakınken yapılabilecek bir şeyler varken gerekli çabamızı esirgemeyelim. Bunlar zor işler değil aslına bakılırsa en kolay işler. Sadece ve sadece işin başında olanlar ellerinde yetki bulunanlar inanıp canı gönülden yapmak istesinler.
Yarınların bizlerden hesap sormasını değil, bizlere duacı olmalarını isterim… Umarım bu yöndeki istek ve dualarımda kabul görür….

AMBLEMDEN YOLA ÇIKARAK

Hepsinin olmasa da bazı illerimizin, ilçelerimizin hatta artık köylerimizin bile kendine ait amblemleri var. O şehri, mekânı anlatan bu amblemlerin birçoğu tarihi nitelikleri, ya da şehre ait ismi şehirle yaşayan bir takım olguları taşıyan logolardır.

Amblemler temsil etikleri kuruluşların misyonu, vizyonu gibi kurumsal değerlerinin tümünün oluşturulduğu bir algı değerini gösterirler. Bir nevi kurumun imaj aynalarıdırlar. Başka bir deyişle kurum için önem arz eden ön plana çıkarılmak istenen ne varsa amblemde de o vardır. Kurumlar genelde amblemlerini oluştururlarken iftihar ettikleri, işte biz bu konuda en iyisiyiz dediklerini amblemlerine taşırlar.

Belediyeler içinde bu durum aynıdır. Amblem oluşturulurken anlatılmak istenen, tanıtıma çalışılan konu ön plana çıkar. Buda o şehrin tanıtımında en önemli materyallerin içerisine girer. Çünkü yapılan o amblem şehrin simgesi konumunu alır. Şehirle birlikte ön plana çıkar. Bazen bilinçaltına işleyip şehirlerin tanıtımına ciddi katkılar sağlarlar. Daha da ötesi bu amblemler oluşturulup kamuyla paylaşıldığı andan itibaren artık şerhlerin imzası olurlar.

Amblemlerin şehirlerin tanıtımında bu denli etkisi olduğu aşikâr olarak ortada olduğu halde de pekte önemsenmezler. Bazen sadece amblem olduğu için bazen modaya uyulup her şehrin var bizimde olmalı tarzından düşünce anlayışı içerisinde oluşturuldukları için tanıtımına reklâmına çok fazla yer verilmez ya da amblem içerisinde bulunan değer olguları unutulup giderler.

Oysa dünyanın teknoloji sayesinde yeterince küçüldüğü bu günlerde tanıtım ve reklam gayesi ile şehirlerle özdeşmiş temaların ön plana çıkarılması için bu tür amblemlerin yerinde kullanılması artık kaçınılmazdır. Amblemlerin oluşturulmasının ardından işlenen konunun gündemde kalıp devamlılığını sağlamakta ayrı bir politika ve tempo gerektirir. O da başlı başına bir başarı profilidir.

Bu bağlamda bizim ilçemiz Yenişehir’in de bir amblemi var. Ortada adeta şehrimizle özdeşmiş saat kulemiz, iki yanında tarihten gelen camilerimiz ve yine camilerin iki yanında eski Yenişehir evlerimiz. Ben şahsen bu amblemin ilçemize yakıştığı konusunda hem fikirim. Yıllardır Yenişehir’in vizyonunun tarih olduğunu savunmamdan kaynaklanarak ta bu ambleme burada söz edecek de değilim. Amblemin ilçemizi yeterince anlattığına ve ön plana çıkardığına inananlardanım.

Her şehrin bir kimliği, bir ruhu vardır. İstanbul denilince akla yedi tepesi, surları ve minareleri gelir. İzmir’de saat kulesi vardır. İnegöl’de köfte... Bunları saymak yazmak uzun bir liste oluşturur bizlere. Cihana nam salmış dört kıtaya hükmetmiş Osmanlı Devletinin ilk baş şehri Yenişehir’inde ruhu ve kimliği tarihtir. Bu güzel ilçemize başka bir vizyon aramaya kalkışmak ise tamamen bu şehre karşı işlenmiş bir hata olur. Böyle bir arayışta olan olduğunu da zannetmiyorum.

Önemi olan konu ve üzerinde durulması gereken olay ise Yenişehir’in tarihe bakış açısındaki esaret zincirlerinin kırılması. İmza gibi amblemimize işlediğimiz tarihsel vizyonumuza sahip çıkıp tanıtımını daha net bir şekilde yapabilmemiz. Bu konudaki icraatlarımız ve icraatlarımıza geri dönüp baktığımızdaki aldığımız yol.

Bu konuda ilçe olarak çok fazla eksiklerimiz olduğu yapılan hizmetlerde geriye dönüp baktığımızda çok da fazla yol almadığımız kanaatindeyim. Son zamanlarda özellikle Kaymakamlığın yaptığı çalışmalar takdire şayan nitelik kazanmış olsa da ilçemizin tarihi vizyonunun ön plana çıkarılması için bir politika bir program hazırladığı kurumların ortak kararlar alıp uygulamaya koyduğu görünürde yok. Şehrimizin tarihteki rolünü işin uzmanları, meraklıları çok iyi biliyor ama sokaktaki vatandaş durumdan umarsız ve habersiz. Yenişehir Osmanlı Devletine ilk başkentlik yapmış, devlet göçebelikten yerleşik düzene bu topraklarda geçmiş. Dahası ilk kanun, ilk para, ilk saray ve daha birçok ilkler bu toprakta başlamış. Bunların hepsinden bizler haberdarız fakat vatandaş habersiz. Bu güne dek ne yerel ve ulusal olarak bu konuda adımızı maalesef duyuramadık.

Şehrimizin amblemini tarihsel temalardan oluşturduysak işin bilincinde olup olmadığımız yönünde tartışma ortamı yaratmak gereksizdir. Amblemimiz yani şehrimizin imzası madem ki tarihsel olgulardan oluşuyor. O zaman bunun hakkını vermek bizim bu şehre en büyük borcumuzdur.

Acilen ilçemizin tarihi vizyonunun ön plana çıkarılması için hiçbir siyasi görüş gözetmeksizin bir kurul kurulması bu kurulun ilçede tüm kamu ve sivil toplum örgütleriyle işbirliği içinde çalışıp bir çalışma programı oluşturulması gerekmektedir. Burada bu konuya gönül verenlerin tüm kişisel egolarını bir kenara itip amaçlarının sadece Yenişehir olduğu bilinci içerisinde çalışmaları zorunluluğu bulunmaktadır.

Umarım bu güzel ilçemiz bu konuda hak ettiği yere ulaşır. Bunun için önce yerelde ardından bölgesel ve ulusal olarak adımızı gerekli yerlere yazdırabileceğimiz kanısındayım. Mutfağımızda bu yemeğin hazırlanması için her türlü malzeme hazırken boş oturmak bizlerin büyük ayıbıdır.

TARİHİ MİARASA SAHİP ÇIKMAK

Geçmişten gelen, geçmişe tanıklık eden kültürel varlıklarımız bir bir yok oluyorlar. Canlı tanıkların yok olması yitip gitmesi doğal ve kabullenilebilir bir olay, fakat cansız varlıkların yıkılıp yok olması böyle değil. Cansız varlıklar diye tabir ettiğimiz hanlar, hamamlar, camiler, evler doğa koşullarına, bilinçsiz ellere karşı koruma altına alınırlarsa kolay kolay dünyadan göçüp gitmiyorlar. Geçmişten geleceğe köprü olup, geçmişle geleceği bağdaşlaştırıyorlar.

Geçmişimizin bizlere emanet olarak bıraktığı ve gelecek nesillere taşımakla yükümlü bulunduğumuz tarihi mirasımıza sahip çıkmak bizlerin asli ve insani görevi. Her biri döneminin düşünüş, inanç, yaşam ve sanat anlayışını bize nakleden bu eserler gelecek nesillere bırakabileceğimiz en kıymetli hazineler.

Bugün ülkemizde birçok bölgede önemi geçte olsa anlaşılmaya başlanan kültür mirasımıza sahip çıkılmaya başlandığı hem sevindirici hem de bir o kadar gurur verici bir durum. Uzağa gitmeye gerek yok Bursa Büyükşehir’de yapılan yenileme çalışmaları gün yüzüne çıkarılan eserler aslına uygun yapılıp kamuya açılan binalar bizler için büyük ümit ışıkları.

Osmanlı imparatorluğuna ilk başşehirlik yapan ilçemiz, o günleri yansıtan pek çok tarihi eseri de bağrında taşıyıp günümüze tek ulaştırabilmiştir. Yıkılan dökülen yılların içerisinde yok olup giden de epey fazlaca olmasına rağmen geçmişten gelen tanıklar ilçemizde hala ayakta kalabilmenin mücadelesi içerisinde ilgi ve gereken alakayı bulabileceği günü beklemektedir.

Fakat Yenişehir olarak biz bu sahip çıkma gerekliliği içinde ilçemizin giriş çıkışlarında bulunan ilk Osmanlı başşehri olmamızı anlatan tabelalardan bir adım öteye gittiğimiz kanısında değilim.

İlçemizdeki tarihi eserler adına çok geniş çaplı olan ve bu köşeye sığmayacak olan bu konuyu buraya hapsetmek yerine konuyu fazlaca da dağıtmadan bugün sadece Osmanlı döneminden kalma evlerden bahsetmek istiyorum.

İlçe merkezinin birçok yerinde bulunan tarihi evlerimizin terkedilmişliği yıkılmaya yüz tutmuşluğu yürek burkmayacak türden değil. SİT alanına sokularak korunmaya çalışılan bir çivinin dahi çakılması yasaklanarak ayakta kalacağı düşünülen bu binalar aslında kaderine bile bile terkedilmiş durumda. Her biri devlet adına, devlet eliyle yıkılmaya bırakılmış adeta. Sahiplerinin kanunlarla ellerini kollarını bağlayarak yakılmaya yıkılmaya teşvik ediliyorlar. Çoğu zaman nedeni belirsiz yanan bu evlere televizyondan ya da yazılı basından tanık oluyoruz. Fakat kimse düşünmüyor ha bu tarihi evi yakmışsın ha bir insanı öldürmüşsün. Fark yok kanımca.

Birçoğumuz ilçemizde bu tür binaların şu anki durumundan haberdardır sanırım. Her gün yanlarından umarsızca geçtiğimiz binaların insanın içini burkan halini görmüşsünüzdür. Belediye tarafından etrafına koruma adı altında barikat çekilen bu binalar hangi zihniyetle neye karşı korunuyorlar anlamış idrak etmiş durumda değilim. İdrak ettiğim korunması gereken binalar olması gerekirken yıkılırken çevreye insanlara zarar vermesin diye bu binalardan bizlerin korunması. Böyle bir uygulamanın hiçbir millette olmadığını düşünüyorum. Hiçbir milletin kültürel mirasına sahip çıkmak yerine adeta geçmişten günümüze kadar geldiği için suçluymuş muamelesi gösterip bu tür binaları hapsettiğini sanmıyorum. Hey sen eski bina bu güne dek yaşadın bak şimdi bizlere tehlike saçıyorsun senin olman gereken barikatlar içinde bir hapis hayatı. Böyle düşünen bir yerel yönetimden burada kültürel anlamda farklı politikalar üretip, bakış açısını değiştirmesini rica ediyorum.

Kurtulmaları adına yapılabilecek hiç bir şey yok mu binalar için. Olmalı ve bulunmalı…

Bizler alışmışız her konuda topu devlete atmaya, çözümü devlet kapısında bulmaya. Bu konu da da çözümü yine devlet kapısında arayacağız. Bugüne dek vatandaşın bireysel olarak çözüm üretmediği yıkılması için gün saydığı yıkılsa da apartmanı kondursam dediği bu tür yerler için çözümün üst düzeyde olduğu kanısını taşıyorum.

Bu ilçeye hiç mi kamu binası yapılmıyor. Al eski evi öğretmen evi yap, kaymakam lojmanı yap, kültür evi yap, sivil toplum örgütleri hiç mi taşınmaz sahibi olmuyor, iktidar gücünü kullan ilçedeki sivil topluk kuruluşlarını bu tür binaları almaya teşvik et. En azından bir kaçı kurtulsa gelecek kuşaklara karşı emanete sahip çıkamadık demekten kurtuluruz.

Tarihi evleri, korumak değerini bilmek ve bunu önemsemek, sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan bir gücün simgesidir. Bu konuda yapılması gereken en önemli konu merkezi ve yerel yönetimlerin bugün için izlediği yaklaşımları terk ederek kültürel ve tarihi mirasımızın korunmasının bir zorunluluk olduğunu bilmesi gerekir. Korumanın amacı kültüre sahip çıkmak geçmişten gelen bu eserlerin gelecek kuşaklara aktarılması gereken bir emanet olduğunu idrak etmek zihniyetini taşımaktır.

Çağımızda doğal ve kültürel çevrenin korunma becerisi ve başarısı sadece gözle görüldüğü üzere kültürel ve doğal zenginlik değil aslında siyasal bir güç ve saygınlık olarak ortaya çıkmaktadır. Bugün Yenişehir’in bu konuda sağlayacağı başarı kentleşme yönünde uygarlık alanından önemli güç ve değer olacaktır.