YENİŞEHİR BEY SARAYI’NIN İZİNDE


YENİŞEHİR OSMAN GAZİ TARAFINDAN KURULMUŞ BİR ŞEHİRDİR
Osman Gazi Karacahisar, İnegöl gibi kaleleri fethetmesinin ardından beyliğin bölgede egemen hale gelebilmesi amacıyla Köprühisar üzerine fetihler planlamış lakin defalarca muhasara altına alınan Köprühisar kalesi fethi gerçekleşememişti. Oysa Osman Gazi için Köprühisar’ın ele geçirilmesi ileride planlanan İznik ve Bursa fetihleri için oldukça önemli ve gerekli idi. Köprühisar kalesi o dönemin en önemli ticaret yolu olan İpek Yolu üzerinde yer almasının yanında İznik ve Dimboz’dan gelen yolların birleştiği Göksu nehrinin üzerinde bulunan çok stratejik bir köprünün yanında yer almaktaydı.
Defalarca muhasara edilen Köprühisar kalesinin fethinin gecikmesi Osman Gazi’nin planlarını da değiştirdi. İznik ve Bursa’nın zaptı için yeni planlar yapan Osman Gazi Köprühisar’ın batısında bulunan verimli bir ova olan bölgede yeni bir şehir inşa etmeyi tercih etti. Böylelikle verimli bir ova olmasının verdiği etkiyi de alarak İznik ve Bursa kuşatması için kilit nokta da yer alan ovada bir şehir kurarak adını da bizzat kendisi “Yenişehir” olarak koydu. Yenişehir’in Osman Gazi tarafından kurulması özellikle Bilecik, İnegöl, Yarhisar fetihleri ile birlikte düşünüldüğünde devlet olabilme geleceğinin bir dönüm noktasını teşkil eder.
Yenişehir’in kuruluşu erken dönem Osmanlı kroniklerinde de aynı bu şekilde anlatılmaktadır. Konu hakkında Aşıkpazade; “Kayınpederi Edebalı'ya Bilecik'in gelirlerini tımar olarak verdi. Sonra hanımını Bilecik'te babasıyla bıraktı, kendisi Yenişehir'e gitti. Yanında Allah için çarpışan ve savaşan yiğitlere evler yaptırdı. Orada durakladı. Oranın adını Yenişehir koydular.[i] derken Neşri ise eserinde; “…Kendi Yenişehir’e varıp oraya taht kurdu. Burayı karargâh edindi. Yeni yurt seçti. Yanındaki gazilere evler yapıverdi. Burayı mamur etti. Ondan ötürü oraya Yenişehir dendi.[ii] demektedir. Necib-‘Arif’de Mir’at’ül Edvar adlı eserinde Yenişehir’den bahsederken; “Kasabada saraylar, evler, hanlar, hamamlar yapmayı emritti”[iii] demektedir.
Erken dönem Osmanlı müverrihlerinin tamamı Yenişehir’in Osman Gazi tarafından kurulan bir şehir olduğu konusunda hem fikirdirler. Bugün hala Osmanlı Devleti’nin kuruluş yılları hakkında birçok konu tartışmaya açık ve birçok konu birçok kaynakta farklılıklar göstermesine rağmen Yenişehir’in Osman Gazi tarafından kurulmuş bir şehir olması kaynakların konuya bakış açısındaki bütünlüğünden dolayı kesin bir bilgi olarak kaydedilmektedir.
Osman Gazi’nin Yenişehir’i sıfırdan kurmasının tamamen stratejik bir karar olduğunu belirtmiştik. Henüz Selçuklu’nun bir uç beyi iken ileride gerçekleştireceği planlarının, kuracağı beyliğin temellerinin atılması amacı doğrultusunda oldukça önemli bir dönüm noktası olan Yenişehir’in kurulması beraberinde devlet olma icaplarının gerekliliklerini de getirmişti. Şehrin kuruluş kararı ile şehirde oluşan imar faaliyetleri, fethedilen toprakların örgütlenmesi, bürokratik işlerin kontrol edilmesi, devlet işinde çalışacak memur, zanaatkâr ve çiftçilerin bir nizam içinde çalıştırılması ancak bir merkezden mümkün olabilirdi.
Resim – 1: Bey Sarayı kompleksinin
bulunduğu ve bugün dahi Sarayönü
Mevkii olarak anılan mevkiinin
şehir planında gösterilmesi
(Kaynak: Sezai Sevim, Yenişehir’in
Kuruluşu ve Başkent Yenişehir
Hakkında, Tarihten Günümüze
Yenişehir Sempozyumu Bildiri Kitabı,
Uludağ Üniversitesi
Yayını, 2013-Bursa, s.31
Şehrin kurulması ile birlikte o güne dek yarı göçer konumda yaşayan Osmanlı artık devlet olmanın gerekliliklerini de gerçekleştirmeye başlamıştı. Yerleşik düzene atılan ilk adımlar Yenişehir’de oldukça hızlı bir yapılaşmaya da sahne olmaya başladı. Yanında ki gazilere kılıç hakkı olarak verilen toprakların yanına çevre Türk boylarından da insanlar şehre göç ediyordu.  Kuruluş aşamasında Osman Gazi’nin en önemli düsturlarından olan adalet anlayışından dolayı Yenişehir’e sadece Müslümanlar değil etraf yerleşimlerden Ermeni ve Rum’lar da göçler etmeye başlamıştı. Kısa zamanda kalabalıklaşan Yenişehir çevrenin gerek sosyal gerekse de ekonomik anlamda en önemli şehirleri arasında gösterilmeye başlanmıştı. Yenişehir nüfusunu arttıran etkenlerden biride savaşçıların burada toplanmalarıydı. Akınlara ve baskınlara hazırlık ovada yapılıyordu. Ovanın konumu bu yönden oldukça uygundu.
Gün geçtikçe kalabalıklaşan Yenişehir cuması kılınır, pazarı kurulur bir şehir olurken devletin kurucu beyi Osman Gazi’nin ikametgâhı da oldu. Yenişehir’e yerleşme kararı alıncaya dek Söğüt’te ikamet eden Osman Gazi planladığı Bursa ve İznik fetihlerini buralara uç olan Yenişehir’den yapabilmek için Yenişehir’i mesken nokta olarak tercih etti. Osman Gazi tarafından ikametgâh olarak seçilen şehir devlet merkezi yani yeni kurulan devletin ilk başkenti oldu.
YENİŞEHİR BEY SARAYI
Yenişehir ile yerleşik düzene geçen beylik yapılan akınların planlanması, gün geçtikçe kalabalıklaşan beylik nüfusunun idare edilmesi artan ticaretin bir nizam halinde yapılabilmesi amacıyla alınması gereken kararların bir merkezde toplanması ihtiyacına neden olmaktaydı.
Çok eski devirlerden bu yana gerek Müslüman halklarda görülen gerek se Türk devletlerinde var olan devlet hükümdarının ikametinin aynı zaman da devlet yönetim merkezi olma anlayışı Yenişehir’de de devam etti. Kelime kökü itibari ile Farsça’dan dilimize yerleşen srāda (ev) kelimesinden türeyen ve X. Yüzyıldan beridir Türkçe de kullanılan saray ifadesi devletin yönetimi için en önemli merkez olarak daima önemini korumuş ve var olmuş bir merkezdir. Türkler için saray ötelerden beri Türk hükümdarların devlet işlerini yönettiği ve aynı zaman da ikamet ettiği yapılar topluluğunu ifade eder. Osmanlı’dan öncesi dâhil en eski saray yapıları incelendiğinde bu tür yapıların hem hükümdarın ailesi ile birlikte yaşadığı özel alan hem de devlet işlerinin görüldüğü yer olarak[iv] ana merkez konumunda yapılar topluluğu olduğunu görürüz.
Neşri’nin eserinde “Kendi Yenişehir’e varıp oraya taht kurdu. Burayı karargâh edindi.” İfadesini belirtmiştik. Bu doğrultuda Yenişehir’de bir Bey Sarayı yaptıran Osman Gazi devletin merkezini Karacahisar'dan batıya doğru fetih yolunda adeta bir öncü olarak görerek, kendine bizzat merkez seçtiği Yenişehir' e taşıdı[v]. Burada şahane saraylar, hamamlar ve birçok binalar yaptırdı[vi].
 1326 senesinde Bursa’nın fethedilmesine kadar Osmanlı Devletine başkentlik yapan Yenişehir devletin temellerinin atılmasına, alınan önemli kararlara, yapılan önemli anlaşmalara da ev sahipliği yaptı. Oluşturulan saray teşkilatı 1326 senesinde devlet merkezinin Bursa’ya nakledilmesine kadar çeyrek asırlık bir süreçte devlete hizmet etti.
1326 senesinde başkentliğin Bursa’ya taşınması Yenişehir’de bulunan sarayın her ne kadar terkedilmesine neden olduysa da uzun yıllar boyunca Yenişehir’de bulunan Bey Sarayı’nın önemi azalmadı. Bir başka ifade ile anlatmak gerekirse Yenişehir’de bulunan saray kompleksi iktidar tarafından terkedilmiş olsa da saray dönem dönem farklı amaçlarla kullanılmış hiçbir zaman tam anlamıyla terkedilmemişti. Birçok devlet resmi karşılaması, nişan, düğün gibi merasimler Yenişehir’de ki bu sarayda yapıldı.
1366 yılının Eylül ayında I. Murad’ın oğulları Şehzade Yakub ve Savcı’nın sünnet düğünleri Yenişehir Bey Sarayı’nda gerçekleştirildi.[vii]
1386 yılında Bizans İmparatoru Manuel Paleologos’un kızı Fülane Hatun ile evlenen I. Murad’ın düğünü Yenişehir’de bulunan ata evi sarayda gerçekleştirilmişti[viii]. 1386 yılında yapılan bu düğüne pek çok davetli katılmış günlerce süren düğünde Padişah I. Murad’ın oğulları Şehzade Yıldırım Beyazıt ve Şehzade Yakub da aynı düğünde Fülane Hatun’un hemşireleri ile evlendirilmiş[ix] ayrıca Osmanlı Devleti’nin altıncı Padişahı Süleyman I.’in sünnet düğünü de kardeşleri İsa ve Ertuğrul ile bu düğünde gerçekleşmişti[x].
1444 yılında II. Murad’ın padişahlığı döneminde Osmanlılar ile anlaşmazlık içerisinde olan Karamanoğulları ile yapılan Sevgend Name (Yemin Metni) Yenişehir’de bulunan sarayda imza altına alınmıştır[xi].
1486 yılında Yavuz Sultan Selim’in oğlu Şehzade Mehmed’in sünnet düğünü amcası Şehzade Mehmed ile birlikte Yenişehir’de ki sarayda gerçekleşti.
Resim - 2: 1534 yılında Matrakçı Nasuh
tarafından çizilen Yenişehir minyatürü.
Üst kısımda İznik planı, ortada Yenişehir
ve alty kısımda da Akbıyık görülmektedir. 
(Kaynak: Hüseyin Yurdaydın, Nasuhu’s-Silahi
(Matrakçı), Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irakeyn-i
Sultan Süleyman Han, Ankara-1976
1534 ve 1548 yıllarında Irak Seferine çıkan Kanuni Sultan Süleyman İstanbul’dan İznik üzerinden Yenişehir’e gelmiş ve seferlerin hem gidiş hem de dönüşünde Yenişehir’de bulunan sarayda konaklamıştır. 1534 yılında yapılan altıncı Sefer-i Hümâyûnda 10-11 Haziran’da[xii] İstanbul’dan hareket eden Kanuni Sultan Süleyman Yenişehir’de bulunduğu zamanlar Kurban Bayramına denk gelmiş ve ziyaret süresi bu nedenle de uzamıştı. Kurbanını Yenişehir’de kesen Kanuni Sultan Süleyman Yenişehir’de ata evi Bey Sarayı’nda konaklamıştı. Söz konusu seferde Kanuni’nin yanında bulunan minyatür sanatçısı, âlim Matrakçı Nasuh şehrin güney cephesinden bakarak çizdiği minyatüründe Osman Gazi’nin saray kompleksini de resmetmiştir.
1544 yılında Kanuni Sultan Süleyman yanında eşi Hürrem Sultan, Sadrazam Damat Rüstem Paşa, Mihr-ü Mâh Sultan ve Şehzade Selim ile birlikte kalabalık bir devlet yetkilisi eşliğinde 40 gün süren Bursa seyahatine çıkmışlar bu seyahatin bir bölümünü Yenişehir’de bulunan Bey Sarayı’nda geçirmişlerdir.
1600’lü yıllara kadar Osmanlı’da batıdan doğuya veya doğudan batıya ulaşım ağı muhakkak Yenişehir’den geçerdi. Edirne’den ya da İstanbul’dan Anadolu içlerine ve daha ileri noktalara yolculuk yapacaklar Yenişehir üzerinden hareket ederdi. Bu yolculuk özellikle arabalı olacaksa Yenişehir kaçınılmaz bir uğrak noktası idi. Çünkü yolun alternatifi olan Bolu istikameti arazi yapısı nedeniyle oldukça zorluydu ve bu nedenle tercih edilmezdi. 1600’lü yıllarda İstanbul’dan Anadolu’ya alternatif yollar açılınca güzergâh önemini yitirdi. Bu durumda Yenişehir’i olumsuz yönde etkiledi.
XVI. yüzyılın ikinci yarısından sonra devlet himayesinin saray kompleksinden el çekmeye başladığını görüyoruz. Nitekim XVI. yüzyılın sonlarına ait olan Ankara Tapu-Kadastro Umum Müdürlüğü’ne ait olan bir evrakta[xiii] saray kompleksine ait olan hamamın şehirde bulunan Pustinpuş Baba Zaviyesi vakıfları arasına dahil edildiği görülmektedir. Buda sarayın kullanılmamaya başlanmasının ardından lüzumu kalmayan hamamın icara verilerek kullanıldığını göstermektedir.[xiv]
1555 yılında Anadolu topraklarını gezen ve gezdiği yerlerle ilgili notlar yazan Alman seyyah Hans Dernsch Wam Yenişehir’e de uğradığını Tagebuch isimli eserinden anlamaktayız. Hans Dernsch Wam söz konusu eserinde sarayı gördüğünü belirterek şöyle tarif etmektedir. “….Saray dört köşe. Her tarafında bir penceresi var. Dört yüksek sütunlu. Yanında bir mescidi olmalı. Bu Orhan Sarayı….” Hans Dernsch Wam’ın Orhan Sarayı olarak tabir ettiği Osman Gazi sarayıdır.
Yazımızın başından beri saraydan bahsederken saray kompleksi ifadesini kullanmamızın nedeni aslında seyyah Hans Dernsch Wam’in cümlelerinde bütünlük buluyor. Hans Dernsch Wam yanında bir mescit olmalı derken sarayın binalar topluluğu olduğuna da işaret etmekte.
Saray kelimesini bir ev ya da sadece bir hamamdan ibaret saymak sarayı küçük düşünmenin mümkün olmadığı aşikâr olarak ortada. Osmanlı’nın o dönemin beylik olarak var olduğunu düşünerek Bey’in ikametgâhı, mescidi, hamamı, devlet idare binaları, tören alanı, yabancı devlet misafirleri için yaşam alanı gibi binalar topluluğunun oluşturduğu bir kompleksten bahsetmekteyiz. Zira Neşri’nin ifadesinde geçen  Burayı karargâh edindi.” İfadesi devlet organlarını buraya taşıdı, devlet adamlarıyla askerleriyle birlikte burada sağlam bir akıncı ve savunma üssü oluşturdu anlamını ifade etmektedir. Bu durumda burada bu amaç ile kullanılacak yapılar topluluğunun oluşturulduğu anlamına gelir. Yenişehir’de ki sarayda devlet için askerler için ve yabancı devlet misafirleri için bir hayat alanı oluşturulması kaçınılmazdır.
Osman Gâzî’nin Yenişehir’deki sarayını, inşâ edilişinden iki yüz elli yıl kadar sonra Alman seyyah Hans Dernsch Wam’den az bir zaman sonra görmüş olan Bursa’lı şâir Rahmî Çelebi (ö:970/1562-63’ten sonra) Yenişehir’de müderrislik görevinde iken Yenişehir hakkında yazdığı “Şehrēngīz-i Yeñi-şehir” adlı eserinde sarayın kendi zamanındaki durumunu tasvir etmektedir. Rahmi kullanışlılığı azalmaya başlayan, günden güne terkedilen saray kompleksinde eski azametin olmadığını üzülerek belirttiği mısralarında buna üzülürken binanın da gün geçtikçe harabeye dönmesinden duyduğu üzüntüyü belirmektedir. Duvarların tahrip olduğunu yıkılan oda duvarlarının içine taşların dolduğunu kurnalarının perişan vaziyete geldiğini duvar delikleriden suların akıp durduğunu belirten Rahmi’nin konu ile ilgili mısraları şöyledir;
“Naẓar eyleñ ol Eyvān-ı nigūne
Baṣub baġrına ʿāşıḳ gibi ṭaşı
Başından ayaġa dek göz göz olmış
Göz açub niçe yirden şöyle bī-cān
Ya bir örendürür kim anda ṭurmış
Çözülmiş ḥalḳasından ḳaldurub ser
| Civārında var bir cāmiʿ-i pāk
Mücellā ṣaḥn-ı pāki cümle mermer
Sütūn üstinde ṭāḳ-ı ʿanber-ekīn
Baş egmez miḥver-i ḥırfe sütūnı
Olupdur ṭāḳ-ı Kisrī’den nümūne
Aḳar gözden kesilmez ḳanlı yaşı
Ve-lī her bir gözi yaş-ile ṭolmış
Diler kim eyleye ol şehri seyrān
Zemīne niçe yirden pençe urmış
Göz ne irişmesün dir şehri gözler
Olupdur ḳubbesi mānend-i eflāk
Bir dilber gibi raʿnā vü ḫōş-ter
Olub ebrū-yı ḫūbān gibi pür-çīn
İrişmiş ʿarşa her ṭāḳ-ı nigūnı…”[xv]
1850-1904 yılları arasında yaşamış olan[xvi] Şemseddin Sami Kamus'ul Alam adlı ünlü eserinde Yenişehir’den bahsederken; “Bu kasaba cennet-mekân Sultan Osman Gazi Han Hazretleri devrinde ve Bursa’nın fethinden önce bir süre Osmanlı’ya başkentlik yapmıştır. Osman Gazi’nin sarayının bazı harabeleri halen mevcuttur.[xvii]” demektedir.
Söz konusu saraya ait son kalıntıların Milli Mücadele yıllarına kadar ayakta olduğunu günümüze ulaşan yazılı kaynak ve yakın zamana dek hayatta olan Milli Mücadele yıllarını yaşamış kişilerden öğrenebiliyoruz. Beş kez düşman işgaline uğramış ve her seferinde işgallerden yıkım ve yakmalarla nasibini almış Yenişehir’in saray kompleksinden kalan son bölümleri de Yenişehir’e yapılan zulümlerden payını almış. İşgal yıllarını yaşayan 1915 doğumlu Mehmet Emin Lapacı o yıllara ait anılarını anlatırken;
“Burada "Saray Hamamı" denilen bir hamam varmış. Yunanlılar giderken yakıp-yıkıyor. Bizim Saray Hamamına, Kel Yasin diye biri, Yunanlıları götürmüş. Burası hamam demiş. Yunanlı komutan, ”Karavana pişirmek için odun ne arayacağız, yıkın bunu! Yakın!” demiş. Sonra Yunanlılar, bu Saray Hamamı'm yıktılar. Şimdi aygaz deposu olarak kullanılıyor.”[xviii] demekte.
Saraya ait hamamın kadınlar kısmı ve soğukluk kısmının Yunan işgali sırasında yıkılıp yakılmış olduğunu o günleri yaşayanlarda öğreniyoruz.
Resim – 3: Saray Hamamı’nın tamamen yıkılmadan önce harabe olduğu dönemde çekilmiş fotoğrafı (Kaynak: Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mimarisinin İlk Devri 1230-1402, İstanbul Fetih Cemiyeti İstanbul Enstitüsü Yayınları, s.16)
Cumhuriyet döneminde Yenişehir’i ziyaret eden mimar ve sanat tarihçisi Ekrem Hakkı Ayverdi ziyareti sırasında karşılaştığı manzarayı; “Hamam bu gün çukurda kalmış olup iç döşemeleri ince bir moloz tabakasıyla örtülüdür. Kurnaların yerleri belli ise de, kendileri yoktur. Hamam yunan işgaline kadar kullanılmaktaymış. Bu tarihte garbına bitişik olan camekan soğukluk kısmı yanmış, şarktaki külhan ve saray kadınlarına mahsus taraf da yıkılmıştır. Erkekler camekanının yeri bu gün arsadır, külhan ve kadınlar tarafının yerinde ev yapılmıştır.”[xix] demektedir.
Resim – 4: Mimar Alexandre M. Raymond tarafından hazırlanan Bey Sarayı Hamamı röleve çalışması (Kaynak: Amerika Kongre Kütüphanesi dijital arşiv, Pera, Konstantinopolis: Librairie Raymond, 1924)
XX. yüzyılın başlarında yaşayan Mimar Alexandre M. Raymond’da İstanbul ve Anadolu’da birçok noktayı ziyaret ederek buralarda ki Osmanlı eserlerinin röleve çalışmalarını hazırlamıştır. 1924 yılında Yenişehir’i ziyaret eden Raymond Bey Sarayı Hamamına ait plan çalışmasının yanında plan cephe görünüş rölevelerini de çalışmasına dahil etmişti. Bugün çalışmanın litograf baskısı Amerikan Kongre Kütüphanesinde korunmaktadır.
2006 yılının Mart ayında Osmanlı’nın doğup geliştiği toprakları yerinde görüp
Resim - 5:  Halil İnalcık Osmanlı’nın izini 
enişehir’de ararken Turgut Yüce ile bir anı 
fotoğrafı (Kaynak: Turgut Yüce Arşivi)
incelemek saha çalışması yapmak için Yenişehir’e gelen Türkiye’nin ve dünyanın özellikle Osmanlı Tarihçiliğinde yetiştirdiği sayılı tarihçilerden birisi olan Tarihçilerin Kutbu kabul edilen Halil İnalcık’da Sarayönü denilen mevkide incelemeler de bulunmuştu. Saray Hamamına ait kalıntıları yerinde gören İnalcık sarayın gün yüzüne çıkarılabilmesi için o dönemin yetkilileri ile de görüşmüştü.
Saray kompleksinin olduğu bölgede çok uzun yıllar boyunca Sarayönü Mevkii olarak anılmıştı. Saray binalarının yıkılmasının ardından arazinin bir bölümüne 1900’lü yıllarda Mahalle Mektebi inşa edildi. Bir başka bölümüne 1920 yılında Gül-zar-ı Meşrutiyet Okulu kuruldu[xx]. O dönemlerde mevki Mektep Meydanı olarak anılmaya başlandı. 1938 yılında Belediye Reisi seçilen Mehmet Gökgöz ve ailesinin arazilerinin de bu meydan da olmasına istinaden günümüzde Gökgöz Meydanı olarak anılmaya başlansa da halen bir çok kişi tarafından Sarayönü Mevki olarak anılmaktadır.
Resim – 6: Saray Hamamı’nın Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından çizilmiş planı (Kaynak:Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mimarisinin İlk Devri 1230-1402, İstanbul Fetih Cemiyeti İstanbul Enstitüsü Yayınları, s.15)
SARAY HAMAMI:
Yukarıda bir çok kez bahsettiğimiz Saray kompleksine ait olan ve son dönem kadar  ayakta kalmayı başarmış olan bina erkekler ve kadınlar bölümü[xxi] ayrı ayrı olarak çifte hamam mimarisinde yapılmıştır. 
Kare planlıdır. Arazinin kuzey yönünde bulunan ön mekana ard arda yerleştirilmiş kare planlı iki bölüm ile doğuda bulunan küçük bir hücreden oluşmaktadır. Tüm kapıları yuvarlak kemerli olan yapıda duvar içlerine saklanmış su borularından kurnalar vasıtasıyla su akıtılmaktadır. Kubbe örtülerin tamamında aydınlatma delikleri mevcuttur. İçte duvarlar ve örtü sistemi sıvalıdır. Duvar sıvalarının dökük kısımlarından tuğla ve moloz taşın sert beyaz renkli b ir harç ile örülü olduğu görülmektedir. Örtü sistemi de tuğla ile örülmüştür.[xxii]
SONUÇ
Yenişehir bizzat Osman Gazi tarafından kurulmuş bir şehirdir. Osman Devleti’nin kuruluş döneminde Bursa’nın alınmasına kadar başkentlik yapmış, taht merkezi olmuştur. XVI. Yüzyılın ilk yarısından sonra eski şatafatlı yıllarını yitirmeye başlayan şehir sonraki yıllarda menzil (askerlerin toplanma yeri) olarak kullanılmış ve önemini yine sürdürmüştür. Sonraki yıllarda Bursa ve İznik gibi birçok medeniyete beşiklik eden tarihi ve tabii güzelliklerin arasında gölgede kalan Yenişehir Osmanlı’nın sıfır noktasını teşkil etmesinden dolayı önemini halen sürdürmektedir.
Günümüzde çalışmamız konusunu teşkil eden saray kompleksine ait herhangi bir binanın toprak üstünde olmaması bunların varlığının bitti anlamını hiçbir zaman taşımaz. Bölgede yapılacak bir arkeolojik çalışma bizleri söz konusu bina temel ve kalıntılarına ulaştıracaktır. Üç kıta da hüküm sürmüş bir cihan imparatorluğunun sıfır noktasını teşkil eden bu saray tarihçiler arasında kaynak azlığından karadelik olarak da tabir edilen Osmanlıların ilk dönemini aydınlatması açısından da oldukça önem arz etmektedir. Saray üzerinde yapılacak ciddi akademik çalışmalar “Osmanlı’nın ilk başşehri” tabirini kullandığımız “Osmanlının kurduğu ilk ve tek şehir Yenişehir” içinde tarihsel misyonunun tamamlanabilmesi için gereklidir.  


[i] Âşık Paşazade Osmanoğullarının Tarihi, Hazırlayan: Kemal Yavuz, K Kitaplığı, 16. Bab, S.75
[ii] Neşrî, Cihannumâ, Türk Tarih Kurumu Yayını, Yay.Haz. Faik Reşit Unat-Mehmet Altay Köymen, c.I, Ankara 1989, s. 45; Faik Reşit Unat-Mehmed A.Köymen, Neşrî Tarihi, 112-113.
[iii] Necib-‘Arif, Mir’at’ül Edvar, s.596
[iv] Zeynep Tarım Ertuğ, TDV İslam Ansiklopedisi, c.36, s.117
[v] Johann Wilhelm Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihi, Yeditepe Yayınevi, 1. Baskı, Eylül 2011, c.1, s.62
[vi] Dimitri Kantemir, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1. Baskı, Ankara-1979, Çev: Dr. Özdemir Çobanoğlu, c.1, s.14.
[vii] Nurettin Baydur, İlk Başkentlerimiz Yenişehir ve Bursa, 2019-Bursa, s.242
[viii] Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar Türkiye (1074-1990), c.2, s,107
[ix] Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar Türkiye (1074-1990), c.2, s,111
[x] Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar Türkiye (1074-1990), c.2, s,111
[xi] Özdemir Şarman, Bursa-Yenişehir 1301-2001, Minerva Ofset, 2001-Bursa, s.23.
[xii] Yard. Doç. Dr. Remzi Kılıç, Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi’nde (1533-1535) Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ki gelişmeler, bilig-9, Bahar-1999, s.121.
[xiii] Ankara Tapu-Kadastro Umum Müdirliği, 570. C. 257 ve 62 varak (XVI. ·asır sonu).
[xiv] Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mimarisinin İlk Devri 1230-1402, İstanbul Fetih Cemiyeti İstanbul Enstitüsü Yayınları, s.15
[xv] Hakan Yılmaz, Yeni Kaynaklara Göre Bursa Beg-Sarayı’nın Yapılış Tarihi ve Orhan Gâzî Döneminde İnşâ Edilen İlk Bölümleri, Taç Dergisi, Sayı:7, s.7.
[xvi] Salih Erol, Kamûs ül A‘lâm’da Yenişehir, Yenişehir e-gazete, Ocak-2012.
[xvii] Şemseddin Sami, Ḳāmūsü’l-Aʿlām, VI, İstanbul 1306-1316, s. 4805.
[xviii] Doç. Dr. Saime Yüceer, Tanıkların Anlatımıyla Bursa Tarihi, Uludağ Üniversitesi Yayınları, Bursa-2005, s.326,327 (Mehmet Emin Lapacı’nın anlatımı)
[xix] Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mimarisinin İlk Devri 1230-1402, İstanbul Fetih Cemiyeti İstanbul Enstitüsü Yayınları, s.16
[xx] Turgut Yüce, Yenişehir Belleği, Yenişehir İlçesi Merkez ve Köylerini Güzelleştirme Derneği Yayınları, Bursa-2011, s.37, 45.
[xxi] Hamama ait ayrı bir kadınlar bölümü bulunması bugün mevcut olmayan bu sarayda Harem Dairesinin de bulunduğunu düşünebiliriz.
[xxii] Daha detaylı bilgi için; Doç. Dr. Yıldız Ötüken, Dr. Aynur Durukan, Yrd. Doç. Dr. Hakkı Acun, Sacit Pekak, Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, IV, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 1986, s.609, 610.

TURQUOISE’IN TESLİM ALINMASI VE MÜRETTEBATININ AKIBETİ


Boğazı geçmeyi başaran Fransız Donanmasına ait Turquoise Denizalısı oluşan bir takım arızalardan ve aksiliklerin üzerine 30 Ekim günü üsse dönme kararı alır. Kilitbahir’i başarı ile geçen denizaltı Akbaş limanına geldiğinde kaderi ile yüzyüze gelir.
17 Teşrinisani 1331 yani 30 Ekim 1915 Cumartesi günü akşamı gece 3-5 nöbetinde bulunan Müstecip Onbaşı her zaman yaptığı gibi denizi gözetliyor, denizden gelecek bir tehlikeye karşı pür dikkat nöbetini tutuyordu. Nöbete başlayalı henüz yarım saat civarı ancak olmuştu.  Gecenin karanlığında denizde bir karartı şeklinde belirsiz bir nesne gördü. Gördüğü nesneye dürbünüyle dikkatlice baktı. Bir denizaltı az bir kısmı deniz yüzeyinde karaya oturmuş vaziyette ve periskopu da su yüzeyinde belirgin bir şekilde görülmekteydi. İlk olarak gördüğü karartıyı denizaltıya yoramamıştı, yunus balığına da benzemiyor değildi. Denizin o kısmında dalgalar çoğaldığından karartı zaman zaman da kayboluyordu. Denizaltılar hakkında eğitim almıştı fakat o vakte dek denizaltıyı çıplak gözle görmekte nasip olmamıştı. Komutanları gece derslerinde denizaltıların fotoğraflarını da göstermişti. Karartının bir yunus balığına benzemediğine kanaat getirmiş, bir deniz altı olma ihtimalinin yüksek olduğu idrakine de varmıştı.
Kumandanlıktan o gece için verilen emir gereği kesinlikle ateş edilmeyecekti. Lakin içerisinde bulunduğu durumu kumandanına iletmesi için de vakit yoktu. Kumandanına bilgi verip ateş emri alıncaya dek fırsat kaçmış olabilirdi. Denizaltı da son gayretleriyle manevra yapmaya çalışıyor, içinde bulunduğu durumdan kurtulmak için mücadele veriyordu. Her şeyi göze alması gerekiyordu. Ani bir karar ile başında bulunduğu 7.5 luk topu denizaltıya doğru doğrulttu ve nişan aldı ve topunu ateşledi.[1]
Kendisine verilen eğitimlerde denizaltıyı etkisiz hale getirmenin tek yolunun periskopundan vurmak olduğunu biliyordu. Üçüncü top atışında kendisinin tabiri ile denizaltının bacasını yani periskopunu vurmuştu.[2] Denizaltı düzensiz hareketler yapmaya başlayarak su üzerine çıkmış, Çanakkale istikametinde sahile paralel vaziyete gelmiş; düzensiz hareketlerini de arttırmıştı.[3]Denizaltı son anda yapabileceği bir manevra ile içerisinde bulunduğu zor durumdan kurtulmaya çalışıyordu.
Periskopu devre dışı kalan denizaltının manevra kabiliyeti tamamen bitmişti. Denizaltı artık adeta kör olmuştu. Mürettebat panik halinde birkaç manevra daha yapmak istese de bunda başarılı olamadılar. Denizaltı içerisinde infilak eden mühimmatta içeride yoğun bir duman oluşturmuştu. İçeride oluşan duman mürettebatın denizaltı içerisinde daha fazla süre durmasını engelliyordu.
Harita 1 - Akbaş Liman Bölgesi

Mürettebattan torpido ustası Olivier Charles Francis Eudes denizaltıda çıkabilecek muhtemel bir yangını önleyerek personelin tamamını ölümden kurtardı.[4] Denizaltının ikinci subayı mekanik işler sorumlusu Marcel Bexque denizaltının Türklerin eline geçmemesi için onu batırmak, imha etmek için çaba harcamaya başlamıştı. Fakat denizaltında daha fazla durmak mümkün değildir. Denizaltı komutanı Vaisseau Henri Ravenel mürettebatı üzerindeki kontrolünü de kaybetmişti.
Diğer yandan top atışını yapan Müstecip Onbaşı karşılaştığı bu sıra dışı olayın ardından atışını tamamlar tamamlamaz düdüğünü kullanmış ve bataryada bulunan diğer personeli haberdar etmeyi ihmal etmemişti. Top atışı seslerini duyan Üsteğmen Yusuf Ziya Efendi ve Binbaşı Şerafettin Bey (Ersoylu) de hemen Müstecip Onbaşı’nın bulunduğu noktaya gelmişlerdi.
Müstecip Onbaşı’nın savaştan sonra o geceye dair yaşananları anlattığı sohbetlerinde; izinsiz olarak atış yaptığı için bölük komutanının olayları kavrayamadan önce kendisini biraz hırpaladığını lakin olayı kavradığında tebrik de ettiğini söyler. Kendisini hırpalayan bölük komutanını o geceden sonra tekrardan görmediğini de belirtmektedir.[5]
Müstecip Onbaşı’nın düdük uyarısı çalmasının ardından diğer askerlerde denizaltıya tüfekleriyle düzensiz ateş etmeye başlamışlardı. Amaçları denizaltı mürettebatını paniğe sevk etmek ve en önemlisi dışarıya çıktıklarında her hangi bir karşı koymayı önlemekti.
Artan duman denizaltı komutanı Ravanel’i mürettebatına teslim olmaları emri vermekten başka hiçbir seçenek bırakmamıştı. Bir beyaz havluyu bir sopaya utturarak usulca dışarıya çıktılar ve teslim oldular.
Belge No: 1 -  Fransız Turquoise denizaltısının vurulmasının ardından 5'inci bölük komuatnlığı tarafından düzenlenen hizmet ve mükafatlandırma raporu belgesi

Karadan derhal birkaç bot ile denizaltı mürettebatını teslim almak için askerler gönderildi. Denizaltından çıkan 2 subay 24 denizci, 1 bayan ve bir köpekti. Esir mürettebatın içerisinde sadece hafif olarak yaralanmış bir kişi mevcuttu.[6]
Mürettebatı teslim alınan Fransızların Turquoise denizaltısının içerisine girildiğinde mürettebatın ne denli panik olduğu daha iyi anlaşıldı. Normal şartlarda esir alınan bir gemide denizaltı komutanı tarafından imha edilmesi gereken bir takım gizli belgeler dâhil imha edilmemişti. Gemi mürettebat tarafından apar topar terk edilmişti. Belgeler incelendiğinde Turquoise Denizaltısının 5 Kasım 1915 günü saat 18:00’da İngilizlere ait Yüzbaşı C. H. Warren komutasındaki E-20 denizaltısı ile buluşacağı anlaşıldı. Ayrıca mürettebatın yapılan sorgulamasında düşmanın denizaltı sayıları, taktikleri gibi bilgiler alınırken, Fransız bahriyelilerinin komutanlarına karşı saygınlıklarının kalmadığı, aldığı kararlarda yetersizliğinden dolayı komutanlarına çok kızgın olduklarıda anlaşıldı.[7]
 
Resim 1 - Fransızlardan teslim alınan Turquoise Denizaltısı mürettebatı
Turquoise Denizaltısında Teslim Alınan Mürettebat
Turquoise Denizaltısında bulunan 2 si subay 24 ü denizci 1 i de sivil 27 kişi Akbaş’ta esir alındıkları yerde karaya çıkarılmalarının ardından öncelikli olarak üst komutanlıklara ve müttefikimiz olan Almalara bilgi verilmişti. Üst komutanlıklara verilen bilginin ardından Osmanlı ordusunda yazışma trafiği hız kazanmış Akbaştan Karargah’a verilen bilginin ardından karargahtan Seyfi Bey imzalı yazı ile durum aynı gün resmi Tebliğ olarak Basın ve Haberleşme Müdüriyetine yazılan yazı ile de bildirilmişti. Karargahtan Seyfi bey imzalı resmi yazıda;

Belge 2
30 Ekim 1915 günü Karargah
Komutanlığından basın ve haber alma 
müdürlüğüne gönderilen 
fransız Denizaltısının esir alındığını 
bildiren resmi yazı
Tebliğ-i Resmî
Matbûât Müdüriyeti'ne
Çanakkale Cephesi'nde:
Bugün "Turquoise" ismindeki Fransız tahtelbahiri Çanakkale'de topçularımız tarafından batırıldı. İki zâbitle yirmi dört neferden ibaret olan mürettebâtı esir edildi. Cephenin her üç mıntıkasında düsman gerek top gerek bomba endâhtında ziyadece faaliyet göstermis ve tarafımızdan müessir bir suretde mukabele görmüşdür. Düşmanın bu ateşlerine birkaç sefâin-i harbiye dahi istirâk etmisdir. Anafartalar'da topçularımız bir düşman nakliye gemisinin bas tarafına bir mermi isabet etdirmeleriyle nakliye gemisi keşîf duman içinde sahilden çekilmisdir.
Arıburnu'nda bomba endâhtımızdan bir düşman siperinde yangın zuhur etmis, iki saat devam etmişdir. Seddülbahir'de sağ cenâh ve merkez karsısında düsmanın iki bomba mahalli topçularımız tarafından tahrib edilmişdir.
                                              
                                               17 Tesrin-i Evvel [1331] / [30 Ekim 1915]
                                               Karargâh-ı Umumî
                                               İstihbarât Şubesi Müdürü
                                               Seyfi[8] - [9]

Turquoise’nin mürettebatının teslim alınması ardından mürettebat ilk olarak sorgulanmak üzere Seddülbahir köyüne gönderildi.[10] Bir müddet Seddülbahir Köyünde misafir edilmelerinin ardından 2 Kasım günü mürettebattan 8 zabit Samsun muhribi tarafından, 16 efrat ve 2 zabit ise Sivrihisar torpidobotu tarafından İstanbul’a sevk olundular.[11] Bir müddet İstanbul’da kalan mürettebat daha sonra çoğunluğu Afyonkarahisar Esir Kampı olmak üzere Belemedik, Kayseri ve Darıca’da bulunan esir kamplarına gönderildiler.[12]
Gemi ile birlikte esir alınan 2 subay, 24 denizci ve 1 bayandan oluşan toplam 27 kişiden ismini ve görevini tepit edebildiklerimizin listesi aşağıdaki gibidir.
·                                   RAVENEL Vaisseau Henri, Gemi komutanı, Esaretini Afyonkarahisar’ı esir
Belge No: 5 - 8 temmuz 1919 tarihinde 
yayınlanan Fransız esirlerin 
yazılı olduğu Fransa Resmi 
Gazetesi küpürü
kampında tamamlamıştır. Turquoise Denizaltısı’nın esir alınması sırasında gizli belgeleri imha etmeyen, İngiliz E-20 gemisinin de batmasına sebep olan davranışından dolayı esaret hayatının bitmesinin ardından Fransa’ya döndükten sonra yargılanmaya başlanmıştır. 1919 yılı baharında başlayan yargılama sürecinde belgeleri imha etmeme ve denizaltıyı ilk terk edenlerden olmak suçlamaları ile karşı karşıya kalmış ancak mahkeme emrindeki denizaltının sayısız imkânsızlıklarla Marmara Denizi’ne girebilmesinin büyük bir başarı olduğuna kanaat getirerek hakkında beraat kararı vermiştir.[13]
·                                   GUERİZ Louise, Gemi yüzbaşısı, ikinci kaptan, Yazışma belgelerinden anlaşıldığı üzere 25 Eylül 1918 tarihinde esir bulunduğu Afyonkarahisar’dan ahval-i shihası nedeniyle memleketine iadesi talep edilmiş fakat iade gerçekleşmemiştir.[14]
·                                   GUERIN Enseigne de Vaisseau, Gemi Asteğmeni.[15] Osmanlı Dışişleri Bakanlığı’ndan Başkomutanlık Vekâleti’ne 15 Temmuz 1917 tarihinde gönderilen ve Hollanda Hükümeti’ne bildirilen yazıda, Afyonkarahisar’da esaret altında bulunan Guerin’in 1916 Temmuzunun 16. gününde Bahriye Binbaşılığı rütbesine yükseltildiğini belirtmekteydi. Söz konusu yazıda kendisine rütbesine göre muamele yapılmasını ve ona göre maaş ödenmesi Fransa Hükümetince talep edilmekteydi.[16]
·                                   QUEREC Francois Marie, Birinci Elektrik Ustası 
·                                   BEXQUE Marcel Alexandre Jean, Mekanik Bölümü ikinci astsubayı, Croix de Guerre[17] askeri madalyası sahibi
·                                   CARAİN Yves Marie Émile, İkinci Usta Elektrikçi, Eserat altında iken 19 Ekim 1916 tarihinde öldü.
·                                   EUDES Olivier Charles Françoi Eudess, İkinci torpido ustası,
·                                   GOAVEC Francois Gabriel, İkinci Usta Elektrikçi, 7 Şubat 1918 tarihinde esaret altındaki iken kaldırıldığı İstanbul’da ki bir hastanede öldü. Maltepe mezarlığında gömüldü.[18]
·                                   Le BON Gabriel, Mekanik ustası
·                                   Le PARC Joseph Marie, Elektrik Ustası, Croix de Guerre madalyası sahibi
·                                   MOUCHET Paul Joseph Elie, Mekanik bölümü ustası
·                                   AZEMA Georges Honoré, Serdümen elektrikçi
·                                   BARDIN Louis, Serdümen mekanikçi
·                                   BONNET Eugène François Paul, Mekanik bölümü komuta yardımcısı
·              DARBERA Antonin Paul Octave, denizaltı makinisti, 8 Mayıs 1917 tarihinde Bilemedik’de eserat altında iken öldü.[19]
·                     GANDEMER Eugène Alphonse Pierre, Baş Elektrik Ustası, 27 Kasım 1916 tarihinde esaret altında iken öldü.Öldüğünde 875 kuruştan ibaret olan parası Başkomutanlık Menzil Müfettişiliği tarafından 18 temmuz 1917 tarihinde Hariciye Nezaretine teslim edilmiştir.[20]
Belge No: 4 –François Marie Kerlo için 
“Fransız Esir Askerler Cemiyeti” 
tarafından Osmanlı Hariciye Nezaretine verilen nota
·                    KERLO François Marie, Serdümen mekanik ustası, Afyonkarahisar esir kampında çok az bir süre kaldıktan sonra Darıca Esir Kamoına gönderildi. Darıca Esir Kampında kaldığı süre boyunca Darıca Çimento Fabrikasında çalıştırıldı. 3 Temmuz 1918 tarihinde merkezi Fransa’da bulunan “Les Nouvelles du Soldat” (Esir Askerler Cemiyeti)Kerlo’yu yakın takibe almış ve Fransa Hükümeti, Hollanda Kraliyeti aracılığıyla Osmanlı Hariciye Nezaretine verdiği bir notayla[21] François Kerlo’nun esaretinin geri kalan kısmını İsviçre’de çekmesini talep ettiler. Ayrıca aynı notada bahsi geçen denizcinin Çimento Fabrikasında çalıştırılmasından dolayı diğer savaş esirlerinden izole edildiğinden depresyon geçirdiği de yazılmaktaydı.[22] Esaret altında iken öldü
·                                   LABROUCHE René André, Torpil sorumlusu
·                                   Le ROLLAND Valentin Yves
Turquoise Denizaltısı ikinci elektrik
ustası François Gabriel Goavev
Marie, Torpil sorumlusu
·                                   TRÉHİOU François, Torpido ustası[23]
·                                   REBOUL Léandre Louis, Aşçı
·                                   VATTELIER Marcel, Elektrikçi

Afyonkarahisar’da kalan esirler zaman zaman çeşitli yol, tünel vb.. yapımlar amacıyla Afyonkarahisar’dan Belemedik[24], Çankırı gibi diğer esir kamplarına gönderilmişlerse de esirlik günlerinin büyük bir bölümü Afyonkarahisar’ında geçmiştir.[25]
Afyon’da kalan esirler zayıf ve çelimsiz olanlar plastik işlerinde çalıştırılırken genel olarak yol, tünel veya demiryolu inşaatlarında çalıştırılmışlardır.
Zaman içerisinde yapılan anlaşmalar neticesinde memleketlerine iade edilen esirlerim mübadele işlemleri 27 Aralık 1918 tarihine dek sürmüş, bu tarihten sonra ülkemiz topraklarında denizaltıdan alına esir personel kalmamıştır. 27 Aralık 1918 tarihinde Afyon askeri makamlarınca Genelkurmay Başkanlığı’na gönderilen telgrafta son esirlerin memleketlerine gönderilmek amacıyla İzmir’e sevk edildiklerini Afyonkarahisar’ında Fransız esir bulunmadığı bildirilmiştir.[26]

Resim 2 - Denizaltı mürettebatı diğer Fransız esirleri ile birlikte Afyonkarahisar Esir Kampında



[1] Bursa Defteri Dergisi, Haziran 2003, Sayı: 18, Yaşayan Tarih Hüseyin Kaplan’la Söyleşi, Ahmet Erdönmez, s.127
[2] Bursa’nın Çanakkale Kahramanları, Ali IŞIKLARLI, Yarımada Yayınları, İstanbul 2008, s,23.
[3] Atlas Tarih Dergisi Çanakkale Özel Sayısı, Nisan Mayıs 2015, sayı: 33, Müstecip Onbaşı Osmanlı Donanmasında – Tunca ÖRSES, s. 106.
[4] forum.pages14-18.com/viewtopic.php?f=29&t=43441&hilit=turquoise&start=20
[5] Bursa Defteri Dergisi, Haziran 2003, Sayı: 18, Yaşayan Tarih Hüseyin Kaplan’la Söyleşi, Ahmet Erdönmez, s.127
[6] 22 Mayıs 2007 tarihinde Yenişehir Hava Meydan komutanlığı tarafından Genelkurmay ATASE Başkanlığı Arşivinden talep edilen belşge çevrim yazısı. Yazı ile ilgili görseller Belge no: 99 ve 99’da görülmektedir.
[7] Atlas Tarih Dergisi Çanakkale Özel Sayısı, Nisan Mayıs 2015, sayı: 33, Müstecip Onbaşı Osmanlı Donanmasında – Tunca ÖRSES, s. 108.
[8] Osmanlı Belgelerinde Çanakkale Muharebeleri, c.2, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürşüğü, Ankara 2005, s.152,469
[9] Söz konusu belgenin Osmanlıca orjinali için bknz: Belge No: 3
[10] Bursa’nın Çanakkale Kahramanları, Ali IŞIKLARLI, Yarımada Yayınevi, İstanbul 2008, s.24.
[11] I.Dünya Savaşı’nda Çanakkale Boğazı Ve Marmara’da Denizaltı Muharebeleri, Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Programı, İstanbul 2012, Hazırlayan: Kemal Koç, S.238.
[12] Afyonkarahisar Esir Kampı (1914-1923), Gülfidan AKÇAY, Yüksek Lisans Tezi, Mayıs 2018, s.28.
[13] I.Dünya Savaşı’nda Çanakkale Boğazı Ve Marmara’da Denizaltı Muharebeleri, Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Programı, İstanbul 2012, Hazırlayan: Kemal Koç, S.233
[14] Taşpınar Dergisi, Yerel Tarih ve Kültür Dergisi, Afkonkarahisar Belediyesi Yayın Organı, Aralık 2012, Sayı: 9, 1. Dünya SavaşıYıllarında Afyonkarahisar Esir Kampı, H. Tahsin GÜNEK, s.41
[15] forum.pages14-18.com/viewtopic.php?f=29&t=44923&p=503607&hilit=turquoise#p503607 web sitesi
[16] Afyonkarahisar Esir Kampı (1914-1923), Gülfidan AKÇAY, Yüksek Lisans Tezi, Mayıs 2018, s.51.
[17] İlk kez 1915’de verilen Fransız askeri başarı ödülü.
[18] francois-cochet.ch/79-2/ web sitesi
[19] “studies of the ottoman domain” dergisi, Sayı:8, Şubat 2015, Çanakkale Cephesinde Donanma Desteği, İskender TUNAOĞLU, s.37.
[20] Tarihte Çukurova, C. III, Akademisyen Kitapevi, Birinci Dünya Savaşı’nda Pozantı-Belemedik (Bilemedik) Esir Kampı, Ahmet ALTINTAŞ & Çağlar ÖNGEL, s.465.
[21] Belge orijinali için bakınız: Belge No: 2
[22] Karye-i Darıca’dan Darıca İlçesine, Mutlu Kerem KOLCUOĞLU, Cinius Yayınları, İstanbul Kasım 2013, s.150, 151
[23] forum.pages14-18.com/viewtopic.php?f=29&t=43441&hilit=turquoise&start=30
[24] Belemedik Köyü; Adanaya 117 km, Pozantı’ya ise 9 km uzaklıkta bulunan bir yayla köyüdür.  –Tarihte Çukurova, C. III, Akademisyen Kitapevi, Birinci Dünya Savaşı’nda Pozantı-Belemedik (Bilemedik) Esir Kampı, Ahmet ALTINTAŞ & Çağlar ÖNGEL, s.463
[25] Taşpınar Dergisi, Yerel Tarih ve Kültür Dergisi, Afkonkarahisar Belediyesi Yayın Organı, Aralık 2012, Sayı: 9, 1. Dünya SavaşıYıllarında Afyonkarahisar Esir Kampı, H. Tahsin GÜNEK, s.41
[26] Afyonkarahisar Esir Kampı (1914-1923), Gülfidan AKÇAY, Yüksek Lisans Tezi, Mayıs 2018, s.126.