İnsanoğlunun uzun yaşam mücadelesi, binlerce yıldan bu yana verdiği mücadelenin izleri günümüze çok farklı şekillerde ulaşmıştır. Bazen yapı yıkıntılarının artığı olarak bir ören yeri, bazen yıllara meydan okuyarak ayakta kalmayı başarabilmiş bir anıt, bazen de binlerce yıl önce kullanılan bir mağara ya da yazılı bir evrak. Zamanın derinliklerinden günümüze kalan bu yapılar zamana ya da coğrafyaya göre değişse de değişmeyen gerçek her birinin insanlığın çok uzun olan öykülerinin tanıkları olmasıdır. Geçmişten günümüze miras olarak adlandırdığımız bu eserleri inceledikçe zamanın derinliklerini algılayabiliriz.
Zamanın en derinlerinden gelen ve günümüz insanın mevcut
tarihi mirası sayarken pek de adını anmadığı, çevremizde sayıları fazlaca olan,
topoğrafya içerisinde yükselti olarak bulunan höyükler vardır bir de.
Höyük; Türk Dili Kurumu’nun tanımladığı şekliyle Tarih
boyunca türlü nedenlerle yıkılan yerleşme bölgelerinde yıkıntıların üst üste
birikmesiyle oluşan ve çoğu kez içinde yapı kalıntılarının ve günlük yaşamda
kullanılan nesnelerin gömülü bulunduğu yayvan tepe anlamına gelir. Eski
yerleşim alanlarının doğal afet, savaş, salgın hastalık veya benzeri çeşitli
sebepler sonucunda yıkılması ve zaman içerisinde bu mekanların toprak altında
kalması neticesinde çoğu zaman aynı mekanda eski yerleşim alanının üzerine
kurulan başka bir yerleşim ile de tabakalanma oluşturan, 1 ila 40 metre
yüksekliğe 1.000 ila 1.500 metre genişliğe kadar varabilen eski uygarlıkların
araştırılmasında referans unsur teşkil eden tepeleri höyük olarak
adlandırmaktayız. Daha açıklayıcısı ve özü; zaman içerisinde üst üste kurulmuş
çok evreli yerleşim yerleridir. Bu yerleşimlerinde en yakını en üstte olmak
üzere eskiye doğru katmanlaşmış yükseltilerdir.
İnsanlar yerleşim alanı olarak belirlemek istediği yeri
seçerken yaşam şartlarına göre en uyumlu yeri seçerler. Tarihin en eski
devirlerinde de olduğu gibi bu yer seçimi sırasında; su kaynağına yakınlık,
çevresindeki verimli arazi potansiyeli, korunmaya uygun lokasyon, rüzgar yönü
ve uygun iklim, çevreye hakim olabilme isteği gibi etkenler ön planda olur. İlk
çağlardan bu yana hangi devirde olursa olsun bu etkenler çok fazla oranda
değişim göstermez. İşte bu nedenle de daha öncesinde kurulan yangın, sel,
hastalık, doğal afet gibi çeşitli nedenler ile yok olmuş mekanların aynı
konumlarına yine aynı şekilde yeni yaşam alanları kurulmuşlardır. Zaman
içerisinde tamamen terk edilen yerleşim yerleri doğanın da etkisini göstermesi ile
günümüzde ki yükselti şekillerine ulaşmış olurlar. Doğanın gücü ile Höyük
yükseltilerinin yamaç kesimleri zaman içerisinde aşınmaya uğrayarak belli bir
eğim almalarının yanı sıra rüzgârın etkisi ile gelen toz, toprak, çalı çırpı
höyük üzerinde adeta bir örtü oluşturur.
Bir çok tarihi eser, anıt ya da geçmişten günümüze
gelebilmiş her türlü objeye nazaran höyük tabiri çoğumuz için yabancıdır.
Genelde toplumun bilmediği tarihsel dönemlere ait olduklarından ilgi ve
alakadan da yoksun kalırlar. Birçok kimse tarihi mirası sayarken höyükleri hiç
hesaba katmaz. Çoğunluk için höyükler bir kabartı, bir tepe ya da doğal bir
yükselti gibi görünürler. Bunda da görsel olarak kalıntıların görünmüyor
olması, toprak altında kalıyor olması belki de en büyük etkenlerden birisini
taşır. Gözle görülmeyeni kabul etmemek toplum olarak höyüklerin birer kültür
mirası olduğunu anlayışından insanların birçoğunu uzaklaştırır.
Oysa her bir höyük tarih öncesi olarak adlandırdığımız
insanlık tarihinin yazının bulunmasından önceki devir olan dönemler için birer
ışık kaynağıdır. Yazılı hiç bir materyalin bulunmasının mümkün olmadığı
dönemleri anlamamızı sağlayan birer hazinedir. Binlerce yıl önce yaşayan
atalarımızın yaşam tarzlarının aynasıdır.
Bugün üzerinde yaşadığımız topraklar tarih boyunca birçok
kültüre ve uygarlığa mekân olmuş zengin bir geçmişi barındırmaktadır. İşte bu
zengin tarihi geçmişimizin en güzel kanıtları da Anadolu'da sayıları 20.000'den
fazla olduğu tahmin edilen höyüklerdir. Binlerce yıl öncesinde halkların
kendilerine mekân olarak seçtiği bu topraklara bıraktıkları izleri taşıyan bu
höyükler içerilerinde bulundurdukları taşınır veyahut taşınmaz emtialar ile
bölgenin kültür özelliklerini vermelerinin yanında başka höyüklerde elde edilen
sonuçların karşılaştırılması ile de bölgeler arası bağlantıların ortaya çıkmasını
da sağlamaktadır.
Özellikle Bursa, Yenişehir ve İznik'i içerisine alan
bölgenin coğrafi konumu Asya ile Avrupa’nın, Karadeniz ile Akdeniz halklarının
kültürel etkileşimleri açısından son derece önem taşımaktadır. Bu konuda ne
anlatmak istediğimiz bölge haritasını dikkatli bir şekilde incelediğimizde daha
anlaşılır olduğunu sizlerde göreceksiniz. Marmara Bölgesi’nin Asya ile Avrupa
arasında bir darboğaz oluşturması, tarih öncesi dönemlerin en başından itibaren
tüm kültür tarihi boyunca insanların, hammaddelerin, ürünlerin Asya’dan
Avrupa’ya ya da tam tersi yönde hareketlerinde bir ilişki alanı olduğunu
söyleyebiliriz.[1] İki
bölge arasında adeta bir kapı görevi gören coğrafya doğunun tarım, hayvancılık
ve madencilik gibi önemli buluşlarının batıya yönlenmesinde de oldukça önemli
roller oynamıştır. Daha yakın bir zamanda Barcın Hüyük’te elde edilen kazı
sonuçları yerleşik hayata geçmiş avcı toplulukların süt ürünlerini işleyiş
şekli ve Avrupa ile etkileşimleri net bir şekilde göz önüne serilmişti.
İnsanoğlunun çiftçi yaşam şeklinin ilk olarak Güneydoğu
Anadolu'da başladığını belirten arkeologlar M.Ö. 8. bin yılın sonunda diğer
bölgeler ile etkileşimlerin başladığını yaklaşık olarak da M.Ö. 7. bin yıllarda
Marmara civarına ulaştığını bildirirler. Güneydoğu Anadolu'dan Sakarya Nehri
vadisini izleyerek bölgeye geldikleri düşünülen çiftçi topluluklar burada
mevcut bulunan diğer topluluklar ile etkileşime girerek arkeologların Fikirtepe
Kültürü olarak adlandırdıkları hem çiftçi, hem avcı hem de balıkçı toplum kültürünü
oluşturmuşlardır.[2]
M.Ö. 7 binde bölge jeomorfolojik ve klimatolojik olarak
günümüze göre farklılıklar göstermekte olduğuna dair deliller oldukça fazladır.
Marmara Denizi'ni Ege ve Karadeniz'e bağlayan boğazlar çok eski dönemlerde
birer ırmaktan öte değillerdi. Bugün Yenişehir Ovası olarak tanımlanan bölge o
dönemde Yenişehir Gölü'nden ibaret bulunmakta idi. Söz konusu bu gölü besleyen
derelerin oluşturduğu birikinti yelpazeleri bölgede iskân olan höyüklerin
yerleşim yerlerini teşkil etmekteydi. Birikinti yelpazelerinde oluşan alüvyon
toprak tarım yapmalarına imkân tanıyan bereketli topraklar idi. Tarımlarını
yapmaları için toprakları, avcılıklarını yapmak için etrafta ormanlık arazileri
ve balık avcılığı için gölleri mevcuttu.
Genel olarak alüvyon yelpazelerinin üzerine kurulu olan
höyükler bugün ova konumunda olan bölgenin çeşitli alanlarında dağınık vaziyet
de konumlanmışlar ve az sayıda da olsa alüvyon yelpaze konumlarından uzakta
olanlarda mevcuttur. Ovaya genel olarak baktığımızda kuzey ve güneyde kurulan
höyük yerleşmelerinin bazı farklılıklar gösterdiklerini de görmek mümkündür.
Güney bölgede kurulan yerleşmeler genel olarak M.Ö. 3 bin’li yıllara yani Tunç
Çağı’na tarihlenirken alüvyon arazilerden uzak fakat akarsu yataklarına yakın
mevkilerde yer almaktadırlar. Bunun yanında bölgenin en eski malzeme veren
höyük yerleşmeleri (Barcın, Marmaracık ve Menteşe gibi) ise kuzey kesimde yer
alır. Kuzeyde yer alan bu yerleşmelerin olasılıkla daha önceleri burada bulunan
göl arazisinden istifade etmek amacıyla kuruldukları düşünülebilir. Neolitik
dönemde tarım işlerinde sulama bilincinin henüz oluşmamış olması burada bulunan
ve suya ihtiyaç oluşturmayan nemli toprakların varlığı bu yerleşimlerin
kuruluşunda öncülük ettiği düşüncesi kabul edilebilir.
Bölgede arkeolojik araştırmalar 1930 ve 40'lı yıllarda Kurt
Bittel ve Kılıç. Kökten ile başlamıştır. Daha sonra 1960’lı yıllarda ilk
araştırmaları James Mellaart, Carl Cullberg, David French’in araştırmaları
takip etmiş 1980’li yıllarda da Mehmet Özdoğan ve Jacob Roodenberg’in
araştırmaları takip etmiştir. Tüm bu çalışmalarda yapılan yüzey araştırmaları
ile pek çok yerleşme yeri tespit edilerek bunların tescillenmesinde öncülük
edilmiştir. Bu yıllarda başlayan envanter çalışmaları Bursa bölgesinin olduğu
kadar Anadolu ve Avrupa tarih öncesinin bilinmeyenlerine de ışık tutmuştur. O
yıllarda yer tespitleri yapılan alanlardaki çalışmalar 1990'lı yıllarda kazı
çalışmalarının başlaması ile devam etmiştir. Bugün yapılan çalışmalardan alınan
veriler doğrultusunda çevrede bulunan Marmaracık, Menteşe ve Barcın
Höyüklerinin Bursa’nın tarihöncesine dair bilinen en eskileri arasında yer
aldığını görmekteyiz. Son dönemlerde Menteşe Höyük ve ardından çalışmalar yapılan
Barcın Höyük kazıları ile oldukça farkı bulgularla ve çok ilginç yeni
analizlerle şekil alan çalışmalar ulusal olduğu kadar uluslararası bilim
dünyası tarafından dikkatle takip edilmektedir. Arkeoloji alanında birçok bilim
çevresinin kabul ettiği üzere bölge kültürlerin buluşmasında ve
etkileşimlerinde oldukça önemli bir yer tutar.
Anadolu’da bulunan ve sayıları binlerle hesaplanan
höyüklerin arasında Yenişehir ve çevresinde yer alan höyükleri ele alacağımız
çalışmamızda Yenişehir ilçe sınırları içerisinde kalan höyük ve buna ilaveten
de sit alanlarını tek tek tanımaya çalışacağız. Osmanlı Devleti tarafından
kurulan ilk ve tek şehir olma özelliğini taşıyan Yenişehir çevresinde tarih
öncesi devirde kimler vardı, neler yaparlardı, nasıl yaşarlardı, ne yer ne
içerlerdi, nasıl mekanlarda barınırlardı, avlanma şekilleri nasıldı, tarım
yaparlarmıydı, avcılık yaparlar mıydı. Tüm bu soruların cevapları aslında
çevredeki höyüklerin detaylı incelemeleri sonucunda ortaya çıkabilecektir.
Çevre höyüklerde yapılacak çalışmalar bölge kültürünün geçmişini aydınlatacağı
gibi farklı coğrafyalar ile etkileşimleri de bilmemizi sağlayacaktır. o
nedenledir ki etrafta birer yükselti olarak gördüğümüz bu höyüklerin anlam
kazanması, içerdikleri bilgilerin okunabilmesi ve dağarcığımıza katılmaları
ancak arkeologların buralarda çalışmaları ile mümkün olacaktır. Üzerinde
çalışılmayan her bir materyal aslında yok sayılır. İçeriğini bilmediğimiz her
bir miras ölü ya da atıl olarak kabul edilir. Ancak arkeologların çalışmaları
ve buralarda inceleme yapmaları buraları değerli kılar. Ancak yapılacak çalışmalar
ile geçmişe bakış açımız değişebilir. Günümüz uygarlığının hangi evrelerden
geçtiğini bu çalışmalar sayesinde öğrenebiliriz.
Etrafımızda bulunan höyüklerin her biri zamana karşı
tahribat ya da değişimlere uğramamak adına tehlike altında olup bir an önce
yapılacak çalışmaları beklemektedir. Her bir höyük kapağı hiç açılmadan, hiç
okunmadan kütüphane rafına konmuş bir kitap gibi açılıp okunmayı içeriğinden
bilgi almayı beklemektedir.
Höyükleri tek tek ele almadan önce çevrede envantere giren
ve tescillenen bu höyüklerin içerisinde bulunduğu şartlarda korunmaları ile
ilgili sorun ve sıkıntılara değinmek gerekirliliğini düşünmekteyim.
Yazının başlangıcında da belirttiğimiz gibi; halkımızın
büyük bir bölümü höyük kavramına değersiz ya da sadece define avcılarının uğrak
noktası olarak bakmakta. Birçoğumuz geçmişten gelen kültür varlıklarını
sayarken höyük kelimesini aklına bile getirmemektedir. Böyle olunca da değersiz
görülen höyükler doğal ya da doğal olmayan yollar ile hızla tahrip olmaktadır.
Bu alanda zamana karşı giderek çok daha fazla şey kaybetmekteyiz. Önlenmeyen ya
da önlenemeyen tahribatlar ile birlikte bu yönde geriye dönüşü asla olmayacak
bir şekilde bilgi kaynakları gözümüzün önünde yok olmaya kaybolmaya
başlamıştır.
Son yıllarda yapılaşmanın artması, tarımın ileri teknoloji
makinalar ile yapılmaya başlaması mevcut höyükleri tahribat tehlikesi ile baş başa
bırakmaktadır. Özellikle Yenişehir bölgesinde ki sulu tarımın yoğunluğu
arkeolojik yerleşmeleri sürekli bir tahribata maruz bırakmaktadır. Ekilebilir
arazilerin ıslah edilmesi tepe görünümlü höyüklerin bilinçsiz ve izinsiz
düzlenmeleri yoğun tahribatların başını çekmektedir. Aslında bir höyük
arazisinin düzenli olarak ekilip sürülmesi bile höyüğün zaman içerisinde
düzlenmesine sebebiyet vermektedir. Öte yandan höyük arazileri üzerine yapılan
yollar ve yapılaşmalar höyükte geri dönüşü mümkün olmayan tahribatlara yol
açmaktadır.
Mevcut höyüklerin korunabilmeleri ve üzerinde yapılabilecek
çalışmaları beklemeleri için yapılabilecek en önemli şeylerin başında yerel
bilinç ve insiyatifin geldiği aşikâr bir gerçektir. Toplum içerisinde höyük
bilincinin oluşması hem yerel de yaşayanlar hem de yöneticiler tarafından
farkındalığın meydana gelmesi höyüklerin yarınlara taşınabilmesi için hayati
derece önem taşımaktadır.
Şimdi sıra ile Yenişehir çevresinde yer alan höyük ve sit
alanlarını incelemeye çalışalım.
BARCIN HÖYÜĞÜ
Bursa ilinin merkezinin doğusunda, Yenişehir ilçe merkezinin
yaklaşık olarak 4 km. batısında, günümüz Barcın Köyü'nün 3-4 km kadar
güneyinde, Yenişehir-Bursa karayolunun Bursa istikametinde yoldan 200 metre
kadar güneyde yer almaktadır. Yenişehir Ovasında 192 metre rakımda yer alan
höyük tespit edildiği dönem itibariyle 4 metre yüksekliğinde ve 100 metre
çapındadır. Yenişehir Batı Höyüğü ya da Yenişehir II Höyüğü olarak da
adlandırılmaktadır. Bulunduğu mevki yörede Üyecek mevkii olarak geçtiğinden
Üyecek Tepe olarakta bilinmektedir.
Barcın Höyük kazı çalışması sırasında çekilen bir fotoğraf |
1960 yılında James Mellaart; 1961 yılında David French; 1964 yılında ise Carl Cullberg tarafından yüzey araştırmaları yapılmıştır. İstanbul Üniversitesi; Edebiyat Fakültesi; Prehistorya Anabilim Dalı da höyüğü ziyaret ederek toplama yapmıştır. 1984 yılında yapılan araştırmalarda, höyükte ilk araştırmaların yapıldığı 1960 yılından sonraki yıllarda üst konisinin tahrip edilmiş olduğu tespit edilmiştir. (Özdoğan 1985: 413) Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanmış tescilli arkeolojik sit alanlar listesinde yer almaktadır.
1967 yılında höyükte çalışmalar yapan David French; İlk Tunç
Çağı'na tarihlenen Troya I, İznik, Yenişehir,
kırmızı açkılı, İnegöl gri türlerinde ve 2. Bin'e tarihlenen çanak ve
çömlek parçalarına rastlanmıştır. (French 1967: 58-64)
2005 yılında Roodenberg tarafından incelemeye alınan höyükte kazı çalışmaları 2007 yılından itibaren Fokke Gerritsen başkanlığında sürdürülmüştür.
Barcın Höyük kazıları sırasında arkeologlar tarafından tespit edilen ayak izi |
M.Ö. 7. Bin yıllarda yerleşimin başladığı höyükte özellikle
mimari yapılar, pişirme teknikleri, avlanma ve ölü gömme adetleri hakkında
oldukça detaylı veriler alınmıştır. Günlük yaşam, beslenme ve barınma konusunda
detaylı bulgulara ulaşılmıştır. Süt ve süt ürünlerinin tüketimine ait dünya
insanlık tarihinin en eski bulgularına ulaşılan höyük ulusal olduğu kadar
uluslararası bilim dünyasınca da yakından takip edilmektedir.
Yenişehir Höyüklerinin içerisinde incelenmesi ve bulgu elde
edilebilmesi bakımından en şanslısı sayılabilecek höyüktür.
ÇARDAK HÖYÜK
Yenişehir ilçe merkezinin 10 km. kadar batısında,
Yenişehir-Bursa karayolunun 750 mt. kadar güneyinde, Çardak Köyü'nün 1,5 km.
kuzeyinde 190 mt. rakımda konumlanmıştır. Bugün Yenişehir Uluslararası Sivil
Havaalanı'nın hemen kuzey kesiminde yer almaktadır. Bulunduğu alan yörede
Üvecik Mevkii olarak adlandırılmakla birlikte höyük de; Üvecik Tepe olarak
bilinmektedir. Bu durumdan dolayı da birçok kaynakta Üvecik Höyük olarak
geçmektedir.
Höyük yaklaşık olarak 200-250 mt. çapında ve 12-15 mt.
yüksekliğe sahiptir. (Bittel; 1955: 54) Üzerinde nirengi mevcutther. 1948
yılında Kılıç Kökten tarafından tespit edilen höyük de daha sonraki dönemlerde
Kurt Bittel, James Mellaart, Carl Cullberg, David French ve Mehmet Özdoğan
inceleme çalışmalarında bulunmuşlardır. Konum olarak yola yakınlığından dolayı
da pek çok gezgin ve bilim adamınca da gezilmiştir.
Çardak Höyük |
Eski Tunç çağına kadar inen bir kronolojiye sahip olan höyük yüzeyinden kırmızı açkılı, astarlı ve ince astarlı washed wave İlk Tunç Çağı çanak çömlekleri ile M.Ö. 2. bin yıla tarihlenen malzemeler toplanmıştır. (French; 1967: 61-63) Bursa'nın en eski ve en büyük höyüklerinin listesinde kabul edilen Çardak Höyük; yüzeyde bulunan elle yapılmış testi küp parçaları incelendiğinde Troya II. ve Demircihöyük ile çağdaş kabul edilmektedir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanmış tescilli
arkeolojik sit alanları listesinde yer alan höyük, üzerinde tarım yapılması
dışında pek fazla tahribata uğramayan höyüklerdendir. (BAY; 07.08.2004)
KARASIL I HÖYÜĞÜ
Yenişehir ilçe merkezine yaklaşık olarak 10 km mesafede yer
alan ilçeye bağlı Karasıl mahallesinin yaklaşık 1,5 km doğusunda yer almaktadır.
Karasıl ile Söylemiş arasındaki yolun hemen güneyinde konumlanmıştır. İlk
tespit edildiği dönemde kayıtlara 75 metre çapında ve 2 metre yüksekliğinde
olduğu belirtilmiştir. 1967 yılında David French'in höyükte yaptığı çalışmada
İlk Tunç Çağ'ına ait Yenişehir, kırmızı açkılı Ve İnegöl gri türlerinde ve M.Ö.
2. Bin'e tarihlenen çanak çömlek parçaları bulunmuştur. (French 1967; 53,
59-62) M.Ö. 2200 - 1700 yıllarına ait erken ve orta bronz dönemlerine ait
buluntulara rastlanan höyük yörenin en küçük höyüğüdür.
Yenişehir bölgesinde tespit edilen diğer birçok höyüğün
kuruluş yerlerine ters olarak alüvyal yelpazenin yüksek kesiminde fakat Göksu
yatağına yakın bir konumda kurulmuştur.
Günümüzde höyük üzerinde bulunan çiftlik ve buna bağlı tarım
faaliyetleri höyüğü ciddi zararlar vermektedir. Yürütülen tarım faaliyetleri
ile höyük her geçen gün düzleşmektedir. 1967 yılında French tarafından 2 metre
yükseklik kaydedilmişse de bugün neredeyse tamamen görünürlüğünü yitirmiş
bulunduğu ova ile aynı seviyelere gelmiştir. (BAY 08.08.2004)
KARASIL II HÖYÜĞÜ
Karasıl mahallesinin yaklaşık olarak 2 km. güneybatısında yer
almaktadır. İlk tespit edildiği dönemde 90 metre çapında ve 2 metre
yüksekliğinde kayıtlanmıştır. Höyükte İlk Tunç Çağına ait Yenişehir kırmızı
açıklı ve İnegöl gri türlerinde ve M.Ö. 2. Bin'e tarihlenen çanak çömlek
parçaları bulunmuştur. (French 1967: 53, 59-64) Yüzeyinde bulunan seramikler
Troya I ve II ile çağdaştır.
Yoğun tarım çalışmalarının yapıldığı höyük yüzeyi zaman
içerisinde düzleşmeye başlamıştır. Höyük bugün neredeyse bulunduğu ova ile aynı
seviyelere gelmiştir. Bu nedenle höyüğün uzaktan fark edilmesi oldukça güçtür.
(BAY: 08.08.2004)
KÖPRÜHİSAR HÖYÜK
Köprühisar mahallesinin güneyinde Kocasu'nun doğu tarafında
terası üzerinde bugünkü mevcut köyün karşısında konumlanmıştır.
Yenişehir-Bilecik karayolunun kuzeyinde yer alır. Yenişehir ilçe Merkezinden
uzaklığı yaklaşık olarak 12 km'dir. 272 metre rakımda yer alır. Bulunduğu konum
yerelde Tepetarla mevkii olarak adlandırılmaktadır. İlk olarak 1961 yılında
David French tarafından saptanmıştır. Tespit edildiği dönemde 200×100 metre
ebad ve 12 metre yükseklik boyutlarına sahip bulunmakta idi.
Höyükte yapılan çalışmalarda İlk Tuna Çağı çanak
çömleklerine rastlanmıştır. Söz konusu bu çanak çömleklerin başında;
Demircihöyük'ten siyah açkılı mal olarak bilinen French tarafından Yenişehir
siyah veya siyah ağız kenarlı olarak isimlendirilen malzemeler gelmektedir.
Ayrıca kırmızı astarlı, açkılı ve ince astarlı ve gri astarlılar da
bulunmuştur. Höyükte bulunan parçalar arasında M.Ö 2. bin yıla tarihlenen
malzemelerde yer almaktadır. (French 1967; 53, 59-64)
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 1991 yılında
tescillenen höyük bugüne dek önemli sayılabilecek ölçülerde tahribata maruz
kalmıştır. Höyükte yoğun bir tarım tahribatı göze çarpmaktadır. 1960'ların
sonlarında derenin taşmasını önlemek amacıyla höyüğün yarısı toprak olarak
çekilerek dere kenarında taşkına karşı set oluşturulmuştur. (BAY 07.08.2004)
Batı ve doğusunda yapılan bu tahribatın yanı sıra doğusu ve güneyi tamamen
ekili, kuzey yamacında toprak yol tarafından kesilmiştir.
Köprühisar Höyük |
MARMARACIK HÖYÜK
Bursa - Yenişehir karayolunun hemen güneyinde yer
almaktadır. Bugünkü Marmaracık Köyünün
güney kesiminde köyden yaklaşık olarak 3 km kadar mesafede
konumlanmıştır. Küçük bir göle veya bataklığa bakan bir sırtın ucundadır.
Marmaracık Köyü'nün Osmanlı döneminde ki sakinlerinin Rum asıllı olmaları
münasebetiyle bölge Rumcada höyük anlamının karşılığını alan "Tumba"
olarak adlandırılmıştır. Bugünde birçok araştırmacı "Tumba" ismini
kullanmaktadır. Ilk olarak Kurt Bittel tarafından tespit edilmiştir. 1960 yılında
James Mellaart höyükte çalışma yapmış, 1961 yılında da David French tarafından
çalışmalar devam ettirilmiştir. Daha sonraları höyükte; Cullberg ve Özdoğan'da
yüzey çalışmaları yapmıştır.
Höyük Bittel tarafından tespit edildiğinde 100 metre çapa ve
ve 5 metre yüksekliğe sahip boyutlarda idi. (French 1967: 53) 1985 yılında
Mehmet Özdoğan tarafından yapılan çalışmada Neolitik Çağ'a ait Fikirtepe türü
çanak çömlekler (Özdoğan 1985: 414) bulunmuştur. 2000 yılında höyükte
çalışmalar yapan Laurens Carolus ise höyükteki en eski yerleşimin yaklaşık
olarak M.Ö. 6.000 yıllarında başladığını tespit etmiştir. (Thissen 2000: 302)
Bu bağlamda höyük Bursa'daki en eski yerleşimler içerisinde zikredilmektedir.
Doğal yolların üzerinde yer almaktadır. Fikirtepe türü çanak çömlek
parçalarının dışında höyükte, İlk Tunç Çağı'na tarihlenen Yenişehir ve İnegöl
gri türlerinde ve 2. Bin'e tarihlenen çanak çömlek parçaları da bulunmuştur.
(French 1967: 59-64)
Höyük üzerinde yapılan yoğun tarım faaliyetleri ve bu amaçla
açılmış tarla ulaşım yolu arkeolojik tabakalarda geri dönüşü olmayan
tahribatlara neden olmuştur. (Tayex, 16.07.2000 - BAY, 07.08.2004))
Marmaracık Höyük |
MENTEŞE HÖYÜK
Yenişehir ilçe merkezine 13 km uzaklıkta Menteşe köyünün 500
metre kadar güneybatısında konumlanmıştır. Yenişehir Ovasının ise
kuzeybatısında yeralan höyük; Menteşe deresinin birikinti yelpazesinin yukarı
kısmında, derenin yatağı kenarında bir seki basamağı üzerindedir. Tescillendiği
dönem itibari ile 100 metre çapında ve 4 metre yüksekliğe sahiptir. Yenişehir -
Sölöz yolu tarafından ikiye bölünmüştür. Tarihi Yenişehir Gölü'nün yakın
konumunda kuruludur.
Höyükte Hollanda Tarih ve Arkeoloji Enstitüsü adına ilk
olarak 1960 yılında James Mellaart tarafından yüzey çalışması yapılmış,
ardından 1961 yılında David French tarafından yüzey araştırmaları devam
etmiştir. 1964 yılında Carl Cullberg tarafından incelenen höyük 1995-2000
yılları arasında Ilıpınar Çevre Araştırmaları bünyesinde; Hollanda Arkeoloji
Enstitüsü adına James Roodenberg başkanlığında
bir ekip ve İznik Müzesi tarafından kazı çalışmaları yapılmıştır. Kültür
ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanmış tescilli arkeolojik sit alanları
listesinde yer almaktadır.
Neolitik Devrim'in Yakındoğu'dan Avrupa'ya yayılışının
incelenmesi açısından oldukça önemli bulgular veren höyükte ilk yerleşimin M.Ö.
7. Bin yılın ikinci yarısında başladığı düşünülmektedir. İlk yerleşim
dönemi yaklaşık olarak 8500 yıl öncesine tarihlenen höyük Kuzeybatı Anadolu
için tarihlenen en eski höyükler içerisinde yer alır. Genelde yaşam alanı olan
evler, tarım alanları ve ölü gömme adetleri hakkında bilgiler toplanmıştır.[3]
Fikirtepe Kültürüne ait en erken tarihleri vermiştir. (Roodenberg 1999)
Bölgenin en eski yerleşim yerlerinden birisi olması ve
incelenmesinin sonunda insanlık ve bölge tarihi için oldukça önemli bilgiler
veren höyük malesef tahribattan da nasibini fazlasıyla almıştır. Üzerine
büyükçe bir yüksek gerilim hattı direği dikilen höyük bunun dışında
Yenişehir-Sölöz karayolu tarafından da ikiye bölünmüştür. Höyükte tarıma dayalı
düzlenme ise oldukça yoğundur. (BAY 27.04.2005)
Menteşe Höyük |
OKUF HÖYÜK
Yenişehir ilçe merkezinin 14 km. güneybatısında Çayırlı köyü
yakınlarında yer almaktadır. Çayırlı köyünün eski isminin Okuf olmasından
dolayı Okuf veya Okof olarak geçmektedir. Yüzey çalışmalarında M.Ö. 2. Bin yıllara
ait seramik ve çanak çömlek parçalarına rastlanmaktadır.
Göksu yatağının dibinde kurulu olan höyüğün bir bölümü taşkınlar ve seller ile Göksu tarafından taşınarak tahrip olmuştur.
SÖYLEMİŞ HÖYÜK
Yenişehir ilçesine bağlı Söylemiş mahallesinde bulunan höyük
Söylemiş'in 3 km kadar kuzeyinde, Yenişehir ilçe merkezine ise 4 km mesafede
yer almaktadır. Konum olarak ise Kocasu'nun doğu yakasında terasında
bulunmaktadır. 1 km güneydoğusunda Yenişehir-İnegöl karayolu yer alır. Bu mevki
köyde Mantarlık olarak adlandırlmakla birlikte höyüğün yerel adı da
Hamamtepe'dir. Ovanın ortasında yayan bir höyüktür ve üzerinde nirengi vardır.
290 metre rakımlıdır. 100 metre çapında olan höyüğün yüksekliği ise 5 metre
civarındadır. Höyük ilk olarak 1961 yılı içerisinde David French tarafından
tespit edilerek tescillenmiştir. Aynı yıl içerisinde Visited tarafından ilk
araştırmaları yapılmıştır. Bugüne dek höyükte yapılan araştırmalarda İlk Tunç
Çağına ait Yenişehir, kırmızı astarlı ve İnegöl gri türlerinde çanak ve çömlek
parçaları bulunmuştur. (French 1967; 54, 60-62)
Höyüğün batı tarafı bir traktör yolu açılmak suretiyle
tahrip edilmiş, ayrıca defineciler tarafından açılan bir çukur ile höyük
tahribata uğramıştır. Ölçüm direğinin hemen yanında bulunan bu defineci çukurunun
derinliği yaklaşık olarak 6 metredir. Köylüler tarafından ifade edildiğine göre
höyügün eski bir hamam kalıntısı olduğu ve definecilerinde bu hamam
kalıntılarına ulaşmaya çalıştıkları
şeklindedir. (BAY, 08.08.2004)
Söylemiş Höyük |
YENİŞEHİR I HÖYÜK
Bastin Boş, Postinpüş, Baba Sultan höyük olarak
adlandırılmaktadır. Çeşitli yayınlarda Postin Pos, Baba Tepe, Sultan Baba Tepe
ya da Postinbaş Tepe olarakta adı geçmektedir. Yenişehir ilçe merkezinde yer
alır. Söz konusu höyük üzerindeki tepede üzerinde "Postumpost Cami"
yazılı bir tabela bulunan cami ve çay bahçesi bulunmaktadır. 150×6 metre
boyutlarındadır. I. Murad döneminde üzerine Postun Puş Baba Tekkesi ve Türbesi
yaptırılan höyük olasılıkla yolun güvenliğini sağlamak için kullanılmıştır.
Daha sonraki yıllarda mezarlık arazisi olarak da kullanılan höyük ilçe de en
fazla tahribata maruz kalmış höyüklerin içerisinde yer alır.
Höyük ile ilgili ilk yüzey araştırmaları 1942 tarihinde Kurt
Bittel tarafından başlatılmış daha sonraları 1949 ve 1951 yıllarında Kılıç
Kökten tarafından höyük inceleme altına alınmıştır. Höyükte yapılan
çalışmalarda İlk Tunç Çağı'na ait Yenişehir çanak gömleği, kırmızı açkılı,
kırmızı astarlı, İnegöl gri türünden ve M.Ö 2. bin yıla tarihlenen çanak çömlek
parçaları bulunmuştur. (French 1967; 54, 60_64)
Bugün Yenişehir II. Höyük üzerine kurulan ve
Babasultan
Parkı olarak bilinen mekân
DİĞER KAYNAKLAR:
1. TAY
(Türkiye Arkeolojik Yerleşimleri Projesi), tayproject web sitesi.
2. Berkay
Dinçer & Murat Başlar, Bursa'nın Tarihöncesi ve Bursa Arkeolojik
Yerleşimleri Projesi, (paleo berkay.atspace web sitesi)
3. İlhan
Kayan, Arkeolojik Jeomorfoloji Açısından Yenişehir ve İznik Havzalarının Çevre Özellikleri, V.
Araştırma Sonuçları Toplantısı, Ankara 1987.
4. D.H.
French, Prehistoric Sites in Northwest Anatolia I. The İznik Area, Anatolian
Studies,Cambridge Üniversitesi Press C.17.
5. Türkiye
Arkeolojik Tahribat Raporu 2000, Türkiye Arkeolojik Yerleşimleri Projesi
Yayını, Haziran-Ekim 2000.
6. Kayhan
Akkaya, Bursa ve Çevresi Tunç Çağı Yerleşimlerinin Mimarisi, Dumlupınar Üniv.
Fen Edebiyat Fak. Arkeoloji BI. Bitirme Tezi, Kütahya-2012.
7. Berkay
Dinçer & Murat Başlar, Kültür Varlıklarının Korunmasında Yerel İnsiyatifin
Önemi, Nilüfer Yerel Gündem, sayı: 4, s.24-25.
[1] Berkay Dinçer - Murat Başlar, “Bursa’nın
Tarihöncesi ve Bursa Arkeolojik Yerleşimleri Projesi” isimli makale,
PaleoBerkay Arkeoloji Sitesi.
[2] Mehmet Özdoğan, Marmara Denizi ve Neolitik
Yaşam Biçiminin Anadolu'dan Avrupa'ya Aktarımı, Tina (Denizcilik ve Arkeoloji)
Dergisi, sayı: 10, 2018, s.9
[3] Konu hakkında daha detaylı bilgi için; Jacob
Roadenberg & Songül Alpaslan Roadenberg, llıpınar and Menteşe Early Farming
Communities in the Eastern Marmara, Archaeology and Art PubliCations, İstanbul
2013, s.69-91.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder