OSMANLIDA MATBAA VE BİR YENİŞEHİR’Lİ

17. yüzyılın başlarında dönemin en önemli gelişmesi aslen kuyumcu olan Alman Johann Gutenburg’un matbaa makinesi olmuştu. Yüzyıllardır elle yazılarak çoğaltılan dolayısıyla fazla nüshası olmayan kısıtlı okurla buluşan dini, bilimsel ve edebi eserler artık bol bol çoğaltılabiliyordu. Bu müthiş buluş kısa zaman içinde birçok medeniyet tarafından kabul edildi.Osmanlı devletinde ise yönetim yani saltanatın kabul etmemesi ve fetva eminlerinin gerekli fetvayı vermemesi nedeniyle 1493 yılında Yahudiler, 1567’de Ermeniler, 1627 yılında da Rumlar tarafından ilk matbaalar kurulmuştur. Fakat bu matbaalar Osmanlı yönetiminden uzak ve kendi kültürlerine hizmet etmişlerdir.İlk Türk matbaası diyeceğimiz matbaa ise matbaanın icadından tam tamına 272 sene sonra kurulmuştur.Macar asıllı bir Hıristiyanken Müslümanlığa ihtida eden İsmail Müteferrika 1720’li yılların başında bir matbaa kurmayı arzuluyordu. Fakat hem siyasi hem de maddi desteğe ihtiyacı vardı. Müteferrika’nın beklediği fırsat onunla aynı düşüncede olan bir devlet görevlisiyle tanışması sayesinde çıktı. Devrin Paris elçisi Yirmisekiz Mehmed Efendi’yi ziyarete giden günümüzde başbakanlık personeli makamına denk gelen sadaret makamı halifelerinden Mehmet Said Efendi burada bir matbaayı gezmişti. Kafasında da ülkeye dönüşte bir matbaa açma fikri yerleşmişti.İbrahim Müteferrika ve Mehmet Said Efendi’nin işbirliğiyle 1727 yılının temmuz ayında İstanbul’da ilk matbaa açıldı. Fakat bu ilk matbaanın açılması hiçte kolay olmamıştı. Geçimlerini kitap yazmakla sağlayan bazı hattatlar çıkarlarına ters düşmesinden dolayı karşı çıkıyorlardı. Yıllar süren bu karşı çıkma fetva makamlarını baskı altında tutma matbaanın Osmanlı’ya gelmesini engellemişti. Fakat aslen Yenişehir’li olan hemşerimiz Şeyhülislam Abdullah Efendi dinin doğrularını kişilerin çıkarlarıyla örtecek bir insan değildi. İleri görüşlü ve açık fikirli olan Şeyhülislam Abdullah Efendi’nin verdiği fetva ile matbaa kurmanın İslam dini açısından sakıncalı olmadığını bildirdi. Peygamberimize malen “Hem dünyayı hem de ahreti dileyen ilme sarılsın.” Sözününün özünden yola çıkarak matbaa açmak ve kitap basmakla ilgili kendisine şöyle soruldu; “Kitap basma sanatını iyi bildiğini söyleyen bir kimse, lügat, mantık, astronomi, fizik ve benzerleri, âlet ilimleri kitaplarının harflerini ve kelimelerini birer kalıba çıkarıp buradan kâğıtların üzerine basarak bu kitapların benzerlerini elde ederim dese bu kimsenin böyle kitap basmasına dinîmiz izin verir mi?” Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi cevabında; “Kitap basma sanatını iyi bilen bir kimse, bir kitabın harflerini ve kelimelerini birer kalıba çıkarıp, buradan kâğıtlara basmakla bu kitaptan az zamanda kolayca çok sayıda kitap elde ediyor. Böylece çok ucuz kitap yazılmasına sebep oluyor. Faydalı bir iş olduğundan dinîmiz bu kimsenin bu işi yapmasına izin verir. Kitapta yazılı ilmi bilen birkaç kişi önce kitabı tashih etmelidir. Tashih ettikten sonra basılırsa güzel bir iş olur.” Buyurdu.Yenişehir’li Şeyhülislam Abdullah Efendi’nin bu fetvası İslam dininin ilme tekniğe ve fenne karşı olmadığını ortaya açık ve net olarak ortaya koyuyordu. En önemlisi ise dönemin dini kendi çıkarlarına alet ederek kullananlara bir cevap olmuştu. Ayrıca ilmin Osmanlı da daha kolay yayılmasının da önü açılmıştı.Kitapların daha fazla okurla buluşmasında emeği geçen bu kişinin hemşerimiz olması ise bizim bunu her okuduğumuzda göğsümüzün kabarmasına da nail olmuş oldu.

ABDULLAH EFENDİ1668 yılında ilçemiz Yenişehir’de doğmuştur. Kendisi Osmanlılar döneminde yetişen Hanefi mezhebi fıkıh alimlerindendir. Sekseninci Osmanlı Şeyhülislamıdır. 7 Mayıs 1718 ile 30 Eylül 1730 tarihleri arasında bu görevde tam olarak 12 yıl 4 ay 24 gün kalmıştır. Soyu Çatalcadan Yenişehir’e yerleşmiş olan Çatalcalı Ali Efendi’ye kadar uzanır. İlk tahsilini Yenişehir’de yapan Abdullah Efendi tahsiline devam etmek amacıyla İstanbul’a gider. Burada zamanın alimlerinden akli ve nakli ilimlerin tahsilini yapar. Açılan bir imtihanı kazanarak müderris olur. İstanbul içinde çeşitli medreselerde müderrislik yaparak çok sayıda talebe yetiştirir. Son olarak Süleymaniye Dar-ül-hadis müderrisliğine ulaşır. Hanefi fıkıhında özel ihtisas kazanıp kadılık mesleğine geçer. Bu arada Mevleviyyet derecesiyle fetva emini olup, Haleb ve Bursa kadılıklarında bulunur. Bursa kadılığı görevindeyken İstanbul kadısı olarak atanır. 1714 senesinde Mora Seferine İstanbul kadılığı payesiyle ordu kadısı olarak katılır. 1716 senesinde Anadolu Kazaskerliğine, bir müddet sonra da Rumeli Kazaskerliğine getirtilir. Bundan sonra Sultan Üçüncü Ahmed Han’ın dikkatini çeker. Üçüncü Ahmed Han tarafından şeyhülislamlığa getirilir. Üçüncü Ahmed’in sadrazamı Damad İbrahim Paşa ile iyi anlaşıp hizmette bulunur. Çeşitli zamanlarda padişahın ihsanlarına kavuşur.Yenilikçi ve ileri görüşlü bir şeyhülislamdır. Lale devrinin Şeyhülislamı olan Abdullah Efendi zamanının bir takım kültür ve yeniliklerine ön ayak olur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi ilk matbaanın kurulmasında fetva sahibidir. Kendisinin çıkardığı fetva ile padişah Üçüncü Ahmed Han bu konu da ferman hazırlar. 1730 yılında Osmanlı’da gerçekleşen Patrona Halil Ayaklanmasında ayaklanmacıların padişahtan talep ettiği devlet yöneticilerinin arasında olmasına rağmen icraatlarından dolayı idam edilmekten kurtulur. Fakat görevden alınarak Bozcaada’ya sürgün gönderilir.Oradan da hac vazifesini yapmak üzere Hicaz’a gider. Hac vazifesini yerine getirip Peygamber efendimizin mübarek kabrini ziyaret ettikten sonra İstanbul’a döner. Bir müddet İstanbul dışındaki çiftliğinde kaldıktan sonra Kanlıca’daki evinde istirahat edip ibadetle meşgul olur. 1744 (H.1156) senesinde Kanlıca’daki evinde vefat eder. Kanlıca İskender Paşa Cami bahçesine gömülüdür. En önemli eseri bugün araştırmacı yazarlarımızdan Cahit Kayra tarafından yeni Türkçeye çevrilme çalışmaları devam eden Behçet-ül-Fetva adlı fetva kitabıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder