HÜSEYİN PAŞA

Geçen hafta aslen Yenişehir’in Akçapınar Köyünden olan ve Osmanlı Devlet yönetiminde önemli görevlerde yer alan Hüseyin Paşa ile ilgili değişik bir anekdotu paylaşmıştık. Sarayda ki içoğlanlığı odun taşıyıcılığı ile başlayan hayatıyla önemli noktalara yükselen bu Hüseyin Paşa kimdir peki; işte nam-ı değer Deli Hüseyin Paşanın hayatı; Aslen Yenişehirli olduğunu daha öncede yazmıştık. Yenişehir’in Akçapınar köyündendir. 1600 doğumlu olarak bilinse de bazı kaynaklara göre doğum tarihi 1605’dir. Akçapınar köyünden kalkıp çok genç yaşta İstanbul’a gitti. İlk olarak saltanatın bulunduğu Topkapı Sarayında odun taşımacılığı görevini üstlenir. İran şahının IV. Murad’a hediye ettiği sert kirişli yayı kimsenin çözüp boşaltamamasına rağmen zahmetsizce çözüp boşaltınca dikkat çeker. IV. Murad’ın himayesine girer. O güne kadar eğitim görmemiş ve cahil olmasına rağmen sultan tarafından Enderun da eğitim alması sağlanır. Eğitimini tamamlamasının ardından hızla yükselmeye başlar. Öncelikli olarak saray içinde saray hayvanlarının bakımıyla uğraşanların başına getirilir. Yani Mirahurbaşı olur. Mirahurbaşı’lıkta çok fazla kalmayarak dürüstlüğü ile her geçen gün sultanın daha da gözüne girmesinden dolayı 30 Haziran 1634 günü vezirlik payesi ile Kaptan-ı Derya’lığa yükseltilir. Hemen ardından da bu rütbeyle Revan seferine katılır. Görevini layıkıyla yapan paşa, padişahın kendisinden zapt eylemesini istediği tüm kaleleri zapt eder. Revan seferinden dönen paşa İstanbul’a geldikten hemen sonra 1635 yılında Mısır Valiliğine atandı. Mısır Valiliği sırasında gereksiz ve yersiz hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle bu görevden alındı. Azledildi ve tüm servetine el konuldu. Bir müddet sonra kendisine yapılan haksızlık ve yanlış anlamaları sultana anlatmayı başarabildi. Tekrardan sarayın güvenini kazandı. Vezirlik görevini yeniden devraldı. O sırada Bağdat seferine hazırlanan IV. Murad, kendisini Anadolu Beylerbeyliğine atadı. Bağdat seferi sırasında büyük yararlılıklar gösterdi. Sultan tarafından ödüllendirilerek İstanbul’a dönüşte Kubbealtı Veziri oldu. Silahdâr Mustafa Paşa’nın padişaha karşı tahrikleri sonucunda, Tabanıyassı Mehmet Paşanın ölümünün ardından onun yerine sadaret makamına atandı. IV. Murad’ın genç yaşta ölümünün ardından tahta geçen şehzade İbrahim, Hüseyin Paşa’yı 22 Şubat 1640’da tekrar Kaptan-ı Derya’lığa atadı. Bu göreve gelir gelmezde Karadeniz seferine çıktı. Karadeniz ticaretine engel olan Rus-Kazak korsanlarına karşı çarpıştı. Burada kısa zaman içinde 30 kadar Rus-kazak gemisini ele geçirerek donanmaya katılmaları amacıyla İstanbul’a gönderdi. Karadeniz’de elde ettiği başarı sarayda büyük bir hayranlık uyandırmıştı. Padişahın kendisine karşı olan güveni daha da artmıştı. Bu nedenle önce Bosna ve ardından da Bağdat valiliğine atandı. Özellikle 4 Nisan 1644 de başladığı ve 12 Eylül 1644’e dek süren Bosna valiliğinde güveni sağlamayı başardı. Burada imar işlerine büyük önem verdi. Bosna valiliğini tamamlamasının ardından tekrar İstanbul’a Topkapı Sarayı’na döndü. İstanbul’a çağırılmasının sebebi olan I. İbrahim’in muhasipliği görevine başlaması gerekirken kendisini çekemeyenler tarafından Budin valiliği bahanesi ile İstanbul’dan uzaklaştırıldı. O dönemde Kaptan-ı Derya Yusuf Paşa yirmibeşyıl sürecek Girit seferinin başlangıcı olan adanın batısında bulunan körfez şehri Hanya’yı kansız bir şekilde teslim almıştı. Stratejik öneme sahip olan bu kalenin tamiri ve imar işlerinin görülmesi amacıyla 1646 yılında Hüseyin Paşa Hanya muhafızlığı ile görevlendirildi. Bu sırada Sultanzade Mehmet Paşa’nın ölümü üzerine Girit serdarlığına getirildi. Kaptan-ı Derya’lık ise Musa Paşa’ya verilmişti. Girit serdarlığı sırasında ilk olarak adanın merkezi olarak kabul edilen Kandiye ve Resmo arasında yer alan Milopotamos (Servi Hisarı) kalesini aldı. Onu müteakip de 39 gün boyunca kuşatma altında tutduğu Resmo’yu ele geçirdi. Resmo’nun alınması önemli bir zaferdi. Çarpışmalarda Hüseyin Paşa cengâverce savaşıyordu. Bir ara kafasına bir kılıç darbesi almış ve yaralanmıştı. Fakat buna rağmen ayağa kalkıp askerlerine ileri emrini veriyordu. 10.000 evi, 50 kilise ve 150’den fazla saray ve konağı olan Resmo, Kandiye’den sonra Girit’de önemli bir merkezdi. Resmo kalesinin en büyük kilisesini camiye çevirip ismini de Sultan İbrahim Camii olarak adlandırdı. Buraya yakın köylerden beş tanesinin de gelirlerini camiye vakıf olarak tescil etti. Ayrıca burada bir vergi sistemi de kuran Hüseyin Paşa topladığı ilk vergi olan ellibin kuruşu İstanbul’a Sultan İbrahim’e gönderdi. Sultan İbrahim ise bu duruma karşılık olarak Serdar Hüseyin Paşa’ya bir kürk ve kabzası gayet kıymetli altın işlemeli bir kılıç hediye etti. Resmo’nun teslim alınmasının ardından Hüseyin Paşa’nın yiğitliği ve savaşlardaki başarısı Venedikliler tarafından da takdir görmüştü. Bir rivayete göre Resmo’da Hüseyin Paşanın at üstünde bir tablosunu yapıp Venediğe göndermişlerdi. Hüseyin Paşa kendisine ün getiren Resmo zaferinin ardından adanın en önemli şehri olan Kandiye kalesini kuşattı. Kuşatma epeyce uzun süre devam etti. Girit’e yapılan kuşatmayı misillemek ve buraya yardım gitmesini engellemek üzere Venedik donanması Çanakkale Boğazını tıkadı. Boğazda yapılan bu tıkaç Girit’de savaşan Hüseyin Paşa’ya yardım gitmesini engellediği gibi boğazlardan dışarı dahi çıkılmasına müsaade vermiyordu. Öte yandan Serdar Hüseyin Paşa Girit’de yokluklarla ve kısıtlı bir askeri teşkilatla ayakta durmaya çalışıyordu. Zira Kandiye kalesi içinde sekizyüz pare top, onikibin firenk muharip asker ve otuzbin kadar yerli kuvvet vardı. Oysa Hüseyin Paşa kumandasında 10 top ve az sayıda donanma askeri mevcuttu. Üstelik donanmadaki askerler uzun zamandır maaşlarını alamıyorlardı. Yokluklar içinde, maaşları bile gönderilemeyen ordu başlarında Deli Hüseyin Paşa olduğu halde, nice kahramanlık destanları yazıyorlardı. Hüseyin Paşa hücum esnasında en önde, geri çekilme sırasında ise en geriden gelmekteydi. Çanakkale Boğaz’ında Venedik Donanmasını delmeyi başaran Kaptan-ı Derya Fazlı Paşa ile gelen donanmadan binbeşyüz kadar yeniçeri ile Anadolu’dan gelen asker Kandiye önlerine binbir güçlükle çıkarıldı. Fazlı Paşa’nın getirdikleri arasında Kandiye’nin alınmasında kullanılacak büyük topların karadan nakli müşkül olduğundan bunların donanma ile taşınması gerekiyordu. Oysa Kandiye limanı Venedik gemileri ile doluydu. Fazlı Paşa’nın acele olarak İstanbul’a geri çağrılması üzerine halka ve askere kıyıdan yollar açtırılıp toplar binbir zorluklarla Kandiye önlerine getirtilebildi. Fakat Serdar Hüseyin Paşa’nın birlikleri hali hazırda Kandiye kalesinin gücünün yanında hiç konumundaydı. Aralarında orantısız bir güç farkı bulunmaktaydı. Kandiye kuşatması sırasında öteden beri odunculuktan bu denli üst makamlara yükselen Paşa’yı çekemeyenler tekrardan entrikalarını oynamaya başlamışlardı. Fakat Hüseyin Paşa’nın halktan aldığı sevgi ve güven kendisine oynanan oyunları yenmesine yardımcı oluyordu. Kandiye’de sonucunda Hüseyin Paşa’nın bertaraf olup ölmesiyle neticelenmesi planlanan bir isyan hazırlığı yapıldı. Paşa’nın başından geçen bu olay neydi ve kimler tarafından gerçekleştirilmişti; Sipahilik ve askerlik mesleğinde boşalan makamlara atamaları normal şartlarda bölgelerinin sınırlarına göre Anadolu veya Rumeli Beylerbeyleri yapmaktaydılar. Ancak bu durum serdar sefer esnasında ordunun başında bulunduğu zamanlarda değişiklik göstermekteydi. Böyle zamanlarda atamalardaki hak serdarın tasarrufundan geçmekteydi. Deli Hüseyin Paşa’da bu hakkını layıkıyla pek güzel tarzda kullanmakta kimseyi kayırmayıp, hiçbir kimseye iltimas geçmemekteydi. Normalde Hüseyin Paşa’nın yerine bir başka kimse olsa elindeki bu yetkileri suiistimal edip çok fazla paralar kazanabilirdi. Dönemin entrika ve birçok ayak oyununu çok iyi oynamayı bilen, kirli oyunlarda tecrübe sahibi Paşa’sı Zurnazen Mustafa böyle bir eğilim taşıyan bir kimseydi. Aynı zamanda da bu Zurnazen Mustafa Paşa o sıralar Rumeli Beylerbeyi olarak görev yapmaktaydı. Normal şartlarda atamalar onun mührü ile yapılması gerekmekteydi. Fakat ordunun savaş halinde olması bu kuralı bozmaktaydı. Emrinde bulunan yöneticileri atama hakkı elinde değildi. Hüseyin Paşa’nın varlığı önünde pek mühim bir engeldi. Hüseyin Paşa’yı bir şekilde bertaraf etmesi gerekliydi. Kendine bir ortak aradı. Sonunda Sekbanbaşı Mahmud Ağa'yı, kendine uydurdu ve Hüseyin Paşa’dan defter ve mühürleri kendisine vermesini geçerli olan kaideye ters olarak atamaları kendisinin yapması gerektiğini bildirdi. Hüseyin Paşa bu isyana kızarak; “-Ben serdarım, mahlûlât ve tevcihât bana aittir; senin alakan nedir? Edebinle otur.”diyerek Köprülüyü ihtar etti. Kendisine ses çıkaramayan Köprülü Hüseyin Paşa’nın katledilmesi veya serdarlıktan el çektirilmesi için bir plan hazırladı. Bu plana göre de asker içinde Hüseyin Paşa’nın Girit’de alınan irili ufaklı kalelerin ganimetlerini el altından kendisine aldığını uzun süreden beri maaşlarını alamayan zor durumda olan askerin yanında Hüseyin Paşa’nın bolluk ve ganimet içinde yaşadığının dedikodusunu yaymaya başladı. Siperlerdeki asker günbe gün ortaya atılan bu sözlerle Hüseyin Paşa’ya karşı öfke beslemeye başlamıştı. Sonunda asker içinde isyan patlak verdi Bu öyle ufak tefek bir isyan değildi. Direkt olarak Hüseyin Paşa’nın canına kastedecek, isyancıların onun katlini istediği bir çatışmaydı. Bu isyan sırasında Deli Hüseyin Paşa, üzerine hücum eden bir caniyi, kılıcının bir darbesiyle İkiye bölerek, ölümden, kıl payı kurtulabildi. Fakat asker isyanda o denli kışkırtılmıştı ki; Paşa’nın evine saldırdılar. Eve dolanlar evi yağma ettikten sonra evi ateşe verip, hizmetkârları ve cariyeleri esir alıp dağa kaçırdılar. Paşanın evine ve hatta namusuna karşı yapılan bu saldırı sonunda Paşa son derece üzüntülü anlar yaşadı. Askeri bir yerde toplayıp şahsına yapılan iftiraları reddedip hüzünlü bir şekilde; “-Bire Allah’tan utanmazlar, devlet şeref ve haysiyetini ve vezirlerin hürmet ve riayetini bilmezler; bu ettiğiniz edepsizlik nedir? Ben padişah-ı islâmın vekili ve veziri ve cümlenizin serdarı değil miyim? Benim suçum ve kusurum nedir ki bu eziyet ve harekete müstahik oldum? Kafire şâtır gönderdi demişsiniz; tutulan şatırı getirin göreyim; bu kadar zamandır dîn-i mübîn uğruna mal ve canımla sâyu hizmet etmiş emektar vezir iken böyle fena ve ağır töhmeti bana nasıl isnat ve iftira edersiniz? Allah’tan korkmaz mısınız? A’day-ı dinime karşı şerefimi ayaklar altına aldınız; muhalif-i din olan milletlerden hiçbir zümre serdar ve zabitlerine bu resme ihanet ettikleri hiç duyulmuş mudur? Cümle malımı garet edip yine benden ulûfe istersiniz; bu ne gûna insafsızlık ve edepsizliktir.”dedi. Bu isyanın ortaklarından olan Sekmanbaşı Mahmut işin vahametinden korkmuştu. Hem Paşa’nın gönlünü almak hem de üzerindeki töhmeti atmak amacıyla serdarın ayağına kapanıp askerin cahillikle bir iş yaptığını ve bu duruma pişman olduğunu söyledi. Af dileyip askerin ve kendisinin uğrunda can ve baş feda edeceklerine kefil olduğunu bildirdi. Paşa’nın ayaklarını öperek gönlünü aldı ve bu sırada yeniçerilerde Paşa’ya yardımcı olacaklarını tahadüt etmişlerdi. Sonuç da askerle bir anlaşma ya varıldı. Hüseyin Paşa’nın isteği doğrultusunda asker kendisinden özür dileyecek ve sipere girerek kasım ayına kadar Kandiye önünde duracaktı. Eğer o döneme kadar kabul edilecek miktarda para, yardımcı kuvvetlerle, terhisler gelmeyecek olursa askerler kendilerinden mevzilerden çıkıp İstanbul'a hareket edecekler idi. Ordu içerisinde barış temin edilmiş Serdar’ın ele geçen malları mümkün mertebe bulunup iade olunmuştu. Cariyeleri ve hizmetçilerini de Paşa’ya iade etmişlerdi. Bu arada yeri gelmişken şunu ifade etmek gerekir ki; böyle bir noktaya getirilmiş askerle Girit gibi önemli bir üssün fethini becermek ne kadar mümkünse Hüseyin Paşa’nın yönetim anlayışıyla bunun becerilmesi o kadar dikkat çekicidir. Bir süre sonra askeri isyana sürükleyerek tahrik eden Sekmanbaşı Mahmut Ağa bir ayağını humbara kaptırıp üç beş gün içinde de öldü. Hüseyin Paşa Osmanlı donanması kendisine yardım yollayamamış olmasına rağmen kuşatmadan geri adım atmadı. Tüm kışı Kandiye önlerinde geçirdi. Yine de saldırılarda bulundu. Kandiye’yi almak için inat etti. Bu inadından olsa gerek ki tam kelenin karşısına yaptırttığı kalenin ismine “İnadiye” dedi. Girit adasının Kandiye hariç tüm kalelerini ele geçirmişti. Girit’de aldığı önlemler ve yönetim tarzından dolayı Rumları Osmanlılara yaklaştırdı. Halkın gönlünü fethetti. Bosna valiliğinde ve diğer görev yaptığı yerlerde olduğu gibi imar işlerine ağırlık verdi. Ayrıca burada da Hanya’da olduğu gibi bir de vergi sistemi koydu. Hüseyin Paşa’nın tüm imkânsızlıklara karşı Girit’de yaptığı başarılar İstanbul’da saray eşrafı tarafından ne kadar takdirle karşılansa da bu başarılar tüm çıplaklığı ile Sultana iletilmiyordu. Başarı ve şöhretlerinin artmaya başlaması sarayda ocak ağalarını telaşlandırmıştı. Hüseyin Paşa’nın başarılarını gölgeleyip, önünü kesmek niyetine girmişlerdi. Bu vesile ile de Vezir-i âzam Kara Mustafa Paşa’yı da ikna ettiler. Fakat Murat Paşa serdar aleyhinde hemen karar vermekten çekinmişti. Derhal harekete geçmek yerine Girit’de ki asker kumandanlarına birer mektup yazarak Hüseyin Paşa’nın askere eziyet edip etmediğini, ganimetleri kendi hesabında kullanıp kullanmadığını ve buna benzer konularla ilgili rapor hazırlamalarını istedi. Serdar Hüseyin Paşa Kara Murat Paşa’nın asker kumandanlarına gönderdiği bu mektupların içeriğinden haberi olmuştu. Hizmetlerinin İstanbul’da takdir görmediği üzüntüsüne kapılarak tüm asker beylerini, Rumeli Beylerbeyini ve sancak Beylerini davet ederek; “-Baka ihtiyarlar ve gaza yoldaşları; benim sây u hizmette kusurum ve müstahik olmayana dirlik tevcih eylediğim var ise söylen; hak kelâmı ne ise diriğ etmeyin; dünya ve ahrette sizden de şehadet isterim.” dedi e ardından tüm beyler; “-Bizim bu adada üç dört senedir bulunmamız sizin gözüp göretmeniz sayesindedir. İllâ bu makule bir büyük kale muhasarasına iki, üç sene yaz ve kış oturup mütemadi surette harbe tahammül ne mümkündür? Biz sizden her veçhile hoşdunuz ve zerre kadar incindiğimiz yoktur. Düşen mahlûlleri kılıç ehli olanlara verip müstahik olmayanlara vermediniz. Aramızda zuhur eden lâyıksız hareket dört seneden beri çekilen muhasara sıkıntısına tahammül edilemediğinden ve bıçak kemiğe dayandığındandır. Hakikat-ı hal ne ise arz ederiz.”diye cevap verdiler. Bu husus da bu şekilde İstanbul’a Vezir-i âzam Kara Mustafa Paşa’ya bildirildi. Girit ordusundan gelen bu karar sarayda ocak ağaları başta olmak üzere Vezir-i âzam Kara Mustafa Paşa’yı mutlu etmemişti. İşler planladıkları ve arzu ettikleri türde olmamıştı. Bundan dolayı da mecburen sessiz kalmayı tercih ettiler. Bu arada Kandiye kalesine yapılan kuşatma az sayıda askeri güçle devam etmekteydi. Hüseyin Paşa’ya Kandiye kuşatması için saraydan verilen söz gereği gelmesi icap eden dörtbin takviye askere karşı ancak dörtyüz kadar asker gelmişti. Ayrıca kuşatmada bir adım geri çekilmesi emri vardı. Bu da asker içinde moral bozukluğuna sebep olmuştu. Bunu öğrenen Kandiye kumandanı Francesco Morosimi, 1650 yılının Ağustos ayında kendisine bir heyet yolladı. Buna göre Türkler tarafından esir edilen general oğluyla, Venedikliler tarafından esir edilen Ayamavra beyinin mübadelesini ve diğer esirlerinde üçeryüz kuruş verilerek serbest bırakılmasını talep ettiler. Hüseyin Paşa Merasimlerle karşıladığı heyetin bu teklifini sonuna kadar dinledikten sonra; “-Biz general oğlunu salıvermeyiz; Ayamavra beyinin de salıverilmesi kat’iyyen muradımız değildir. Bizden esir olanlardan dolayı hatrımız kırılmaz. Zira biz buraya Allah için gaza niyetine gelmişiz; şehit ve esir olanların ecirleri Allah üzerindedir; eğer kaleyi teslim ile adadan el çekerseniz size aman verip yerlerinize götürürüz; başka türlü anlaşmak mümkün değildir.” Sözleriyle heyeti geri gönderdi. Hüseyin Paşa’nın kendilerine taviz vermemesi Venediklileri kinlendirmişti. Türk donanmasına karşı baskın hazırlığına başladılar. Fakat Kandiye’den kaçıp Türklere sığınan birisi tarafından durumdan haber alındı. 14 Ağustos 1650’de Hüseyin Paşa’nın askeri tecrübesiyle sayıca üstün olan Venedik baskını püskürtüldü. Sadrazam Malatyalı Süleyman Paşa İhtiyarlığını öne sürerek 27 Şubat 1656’da bu görevinden istifa etmişti. Yerine yeni bir Sadrazam atanacaktı. Saraydaki her topluluk ise yeni atanacak Sadrazam için kendi mensuplarından birisi olmasını arzu ediyordu. Adları ileri sürülenler arasında Girit’deki kahramanlığı sebebiyle Serdar Deli Hüseyin Paşa’da vardı. Sultan Mehmet’de Hüseyin Paşa isminde karar kılmıştı. Hemen kapıcılar kethüdası vasıtasıyla Girit’e bir hatt-ı hümâyun gönderdi: “Eğer senin vücudun Girit ceziresinde lâzım değilse karadan (yani Mora’ya geçerek oradan) gelesin; eğer hareketinde din ve devlete terettüp edecek mahzur ihtimali varsa muhafaza hizmetinde olası.” denilerek kendisi gelip gelmemekte serbest bırakılmıştı. Hüseyin Paşa’nın Girit’den gelmesi beklenmeden görev Zurnazen Mustafa Paşa’ya verildi. Fakat saray içinde bir takım grupların idareyi kendi doğrultularında kullanmaları ve ülkeyi zarara sokmaları ileri gelen birkaç grup tarafından hazmedilemedi. Zurnazen Paşa’nın Sadrazamlığa getirilmesi bardağı taşıran son damla olmuştu. Ayaklanma yapıldı. Uzun zamandır aylıklarını alamayan yeniçerilerinde kışkırtılması ile Zurnazen Sadrazamlık görevinde sadece dört saat kalabildi. Kışkırtmaların sonunda vuku bulan Çınar olayı veya başka bir deyişle Vak’a-i Vakvakiye nin ardından ayaklanmacıların isteği üzerine sadrazamlık görevine Siyavuş Paşa getirildi. İstanbul’a gelen Hüseyin Paşa Girit’deki serdarlık görevine geri döndü. 28 Recep 1068 yani 1 Mayıs 1658’e kadar bu görevine devam etti. Bu arada İstanbul’da sadrazam tekrar değişmiş, sarayın yeni sadrazamı (vezir-i azam) Köprülü Mehmet Paşa olmuştu. Köprülü Paşa ile araları açıktı. Çünkü daha önce Padişah Sultan Mehmet kendisine iki kez sadrazamlık teklif etmişti. Oluşabilecek kötü bir durumda kendisine en yakın rakip olarak Hüseyin Paşa’yı görüyordu Köprülü Mehmet Paşa. Bu doğrultuda da Hüseyin Paşa’nın üstesinden gelebilmek amacıyla; kendisini serdarlıktan azledip bostancı hasekisi İbrahim Ağa vasıtasıyla kendisini padişahın bulunduğu Edirne’ye davet etti. Hüseyin Paşa’dan boşalan serdarlık makamına da İstanbul Kaymakamı Kör Hüseyin Paşa’yı tayin etti. Hüseyin Paşa’nın Edirne’ye dönmesi üzerine entrika oyunlarına başlayan Köprülü Mehmet Paşa padişahı dolduruşa getirmeye başlamıştı; “Bu kadar senede bu kadar bin akçe ve mühimmat gönderildi. Kendisi para biriktirmekle meşgul olup bir iş görmedi” şeklinde ve daha buna benzer aleyhinde ipe sapa gelmez ve tarihi hakikatlere aykırı birçok yalanlarla genç hükümdarı Hüseyin Paşa aleyhinde tahrik etti. Fakat Hüseyin Paşa baltacılıktan çıkma olduğu için gerek Dar-üs-saâde ağası Solak Mehmet Ağa (ki Köprülü onu oğulluğu olarak kabul etmişti) ve gerek Reis-ül-küttap Şamîzade ile valide sultanın müdahaleleri ile Hüseyin Paşa ölümden kurtuldu. Hatta bunlar o vakit padişaha ve sadrazama karşı; “Bu kadar zamandır Girit gibi bir adada hizmeti idare eden namdar bir vezir ne töhmetle katlolunsun? Katli gerekli bir kabahati varsa fetva alınıp öyle hakkından gelinsin.” Diyerek Hüseyin Paşa’yı savundular. Köprülü her ne kadar ayak direyip Hüseyin Paşa hakkında “Zalimdir, katledilmelidir” dediyse de onu savunanlar bu kez de “Şikâyetçileri yok, böyle hafif sebeplerle öldürülürse halk gareze hamlederler; hakkında söylenen sözler ispat olunmak lazım olup sabit olursa fetva alınmak icap eder” diyerekten Köprülünün sözlerine karşı geldiler. Fakat Köprülü Mehmet Paşa Hüseyin Paşa’yı ortadan kaldırmaktan vazgeçmiyordu. Fetva almak için şeyhülislamla dâhil görüştü. Fakat netice alamadı. Şeyhülislam kendisine; “-Böyle namdar bir vezirin idam edilmesinde sakıncalar vardır. Kendisi emrine verilen asker veya halka zülüm yapar ve hakkında şikâyetçiler olursa ancak o zaman fetva çıkarılabilir.” Şeklinde bir tavsiyede bulundu. Bunun üzerine de 14 Temmuz 1658’de üçüncü kez Kaptan-ı Derya’lık görevine verildi. Burada Köprülü’nün düşüncesi diğer donanma komutanlarından ya da adalardan para almak sevdasına düşerek Hüseyin Paşa’nın hatasını yakalayabilmekti. Sarayda Hüseyin Paşa’ya yakın isimler derhal Paşa’ya bir mektup gönderip durumdan haberdar ettiler. “-Olmaya ki, derya beylerinden, tersaneden ve adadan bir şey alasın, bin canın olsa birini kurtaramazsın” Bu durumu öğrenen Hüseyin Paşa’da diğer donanma komutanlarının kendisine eskiden beri adet halini alan köle, saat, çuha, kumaş türünde hediyelerini dahi kabul etmedi. Köprülü planında başarılı olamamış ve planı işlememişti. Üçüncü kez atandığı Kaptan-ı Deryalık görevinde 4 ay 21 gün kalabildi. Kasım ayında Hüseyin Paşa Rumeli Beylerbeyi olarak görevlendirildi. Girit’de biriktirdiği para ile o güne dek idare olan Hüseyin Paşa burada maiyetindeki askerlerin yevmiye ve diğer bazı masraflarını karşılamak üzere zenginlerden bir miktar para toplaması ve onları sıkıştırması sebebiyle kendisi hakkında böylesi bir durumu gözleyen Vezir-i âzam Köprülü Paşa’ya fırsat vermiş oldu. Uzunçarşılı’nın bu konuda ifade ettiği rivayete göre; Köprülü Mehmed Paşa Filibe Kadısı Süleyman Efendi’ye gizlice adam gönderip Hüseyin Paşa’nın herhangi bir zulmü varsa bu konuda ki kişilerden alınacak bir şikâyet evrakı ile birlikte İstanbul’a gönderilmesini yazmış, o da göndermişti. Amacına ulaşmış hakkında idam fermanı çıkarabilmek için gerekli şikâyet evraklarını da hazırlamış olan Köprülü Paşa, ilk iş olarak; Hüseyin Paşa’ya bir mektup göndererek onu tatlı dil ve iltifatla İstanbul’a davet etti. Geldiği zamanda ilgi gösterip kürk giydirdi. Fakat ikiyüzlülüğü meşhur olan Köprülü Paşa, Hüseyin Paşa’nın İstanbul’a geldiği gece padişahla görüşüp konu ile ilgili şikâyetlerini anlattı ve katli için müsaade almayı başardı. Ertesi gün saraya davet edilen Hüseyin Paşa Sultan Mehmed ile görüştü. Sultan; onbeş sene Girit’de serdar olduğunu her senen hazineden giden bu kadar bin kesenin onda birini dahi yerinde ve uygun olarak harcamadığını, hizmetlerin boş kaldığını, Kandiye alınması pek yakın iken ihmal ve müsamaha ettiğini belirttikten sonra yaşının ilerlediği ve emektarlığı bakımından kendisi hakkında tatbikat yapılmadığını belirtti. Sultanın sözleri üzerine Hüseyin Paşa kendini müdafaa etmek amacıyla ithamlar karşısında; “-Bana edenleri Allaha havale eyledim; beni çoktan öldürmek isterlerdi; bu arz-ı mahzarları ısmarlayıp getirdiler.” Diyerek Köprülü’nün kendisi üzerine oynadığı oyunu ima etmeye çalıştı. Fakat kendisini dinleyen pek çıkmadı. Yedikule zindanlarına hapsolundu. Etrafdan Hüseyin Paşa’nın suçsuz olduğu padişaha izah edilmeye çalışıldıysa da bunların ricaları fayda etmedi. Yedikule zindanlarına hapsolunduğunun ikinci günü 29 Aralık1658’de boğulmak suretiyle öldürüldü. Kabri Yedikule’de Yaldızlıkapı (Mücevherkapı) bahçesindedir. Şehadedi üzerine kendisinin yazdığı sanılan bir türkü de o dönemde halkın ağzında söylenerek günümüze ulaşmıştır. Benimle Girit’de olan gaziler Bu imiş alnımda yazılan yazı Cenk içinde uyanırım ben böyle Bin yedi yüz küffar kestim elimle Ben gittim hünkârım sen binler yaşa Bir gün lâzım olur Hüseyin Paşa Uğrarsa kabrime eğer yolunuz Şehitler, gaziler kaldım yolunuz Elveda gaziler unutman bizi Elveda gaziler unutman bizi Şehitlik isterdim kendi dilimle Elveda gaziler unutman bizi Devlete hıyanet etmedim hâşâ Elveda gaziler unutman bizi Hüseyin Paşa’ya fatiha kılınız Elveda gaziler unutman bizi Yaşamının her aşamasında dedikoduların, çekemeyenlerin bu makamları hak etmedi diyenlerin bir numaralı malzemesi oldu. Altı üstü o bir oduncuydu ve sarayda iç oğlanlıktan çok önemli yerlere gelmişti. Sırasıyla mîrâhûr, kaptan-ı derya, Mısır, Anadolu, Rumeli, Özi, Bosna, Budin Beylerbeyi, Kubbe Veziri, Sadâret Kaymakamı, Hanya Muhafızı ve zaman içinde sadrazam (başbakan) oldu. Girit’de görev aldığı dönemlerde kendi servetini harcayarak zapt ettiği Girit’in şehir ve kalelerini imar etti. Bunun için devlet kesesinden bir kuruş almadı. Tam oniki yıl boyunca gece ve gündüz demeden Girit’in kuşatmasında kaldı ve bu makamdan hiç ayrılmadı. Öyle ki hiç olmazsa iki yılda bir de olsa İstanbul’a gelmek hakkı iken görevi boyunca bir kez olsun ayrılmadı Girit’den. Onun haksızın karşısında adil duruşu karşısında Hıristiyan halk akın akın kendiliğinden islamı seçti. O tüm bu davranışlarıyla halkın bir numaralı sevgilisi olmuştu. Yönetin tarzının adilliği kadar mütavaziydi de ayrıca. Karadeniz’de Rus-Kazak korsanlarından aldığı 30 gemiyi İstanbul’a gönderirken kendisi gitmedi. İsteseydi Karadeniz’den boğaza girip sahilin iki yanına yayılmış insan sellerine kendisini alkışlatarak, davul zurnalarla, kurbanlar keserek çıkabilirdi de İstanbul’a. İsteseydi etrafında beşyüz leventi ile dolaşabilirdi de İstanbul sokaklarında. Bunlara kim engel olabilirdi o zaman. Ama o hep mütavazi oldu. Asla kabadayılık yapmadı. Delikanlılık hep onun ruhunda oldu. Başkaları gibi sonradan üzerine yapıştırılmadı. Onun işi hep kazanmak oldu, kaybetmek değil. Taktir etmesi gereken sultanın taktiri yetti ona. Ömrü boyunca üç padişah gördü. Adı hiçbir entrikaya karışmadı. Anlattığı tuhaf hikâyelerden, güzel konuşup, hoş şeyler söylemesinden, şakacı, nükteden, neşeli oluşundan, sözünü hiç esirgememe türündeki davranışlarından ve gözü karalığından dolayı demişlerdi “Deli” Hüseyin Paşa diyerekten ama dosdoğru kişiliği, savaşlardaki üstün başarısı, dürüstlüğüyle de halk arasında erkek adam anlamı taşıyan “ER” lakabını da yakıştıranlar çok oldu. Hüseyin Paşa’nın halk tarafından kendisine mal edilmiş başka da lakapları mevcuttu. Halkı ona “GAZİ” ünvanını da verdi. Bileğinin hakkı ile, gücü ile, çalışması ile başarıları ile en önemlisi mütevaziliği ile halkın tümünden almıştı bu güzelim “Gazi” unvanını. Pehlivan yapılı ve güreşe düşkündü. Kendisi gibi güreşe düşkün olan IV. Murad’la sık sık güreş tutarlardı. Bu sebepden dolayı da “PEHLİVAN” Paşa diyenleri de oldu. Ölümünün ardından Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa tarafından Kandiye’de bir camiye onun ismi verilerek bir anlamda iadeyi itibarı sağlandı. Kayıtlarda adı geçen yani tespit edilebilen iki oğlu vardı. Büyük oğlu Nuh Bey 1673 yılında Kandiye’de bulunuyordu. Küçük oğlu Damat Sarı Mustafa Paşa III. Ahmed’in kızı Saliha Sultanın ilk eşidir. Bu bağlamda Damat ünvanını almıştır. 1732 yılında kapıcılar kethudâsı görevini yürütürken Sivas’ta öldü. Hüseyin Paşa Kameriye’de Camii, Resmo’da 2 camii ve medrese, hamam, tekke, mescid, dârulhadîs, suyolları, Hanya’da camii, mektep ve çeşmeler, İnâdiye’de camii, Kandiye dışında tekke, Kahire yakınlarında 100 hane camili Deli Hüseyin Paşa Kasabasını yaptırdı. Ayrıca ilçemizde halen kullanılmakta olan Çifte Hamam yani Belediye meydanında Çarşı Hamamı olarak bilinen eseride Hüseyin Paşa yaptırmıştır. İdman için kaldırdığı güllelerden biri Topkapı sarayının girişinde hala durmaktadır. İlçemizde Süleymanpaşa Halk kütüphanesinde Hüseyin Paşanın hayatını anlatan iki adet roman vardır. Ruhu şad olsun….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder